warning: Creating default object from empty value in /home/icom/domains/ihya.com/public_html/saglik/modules/taxonomy/taxonomy.pages.inc on line 33.

Çocuk Psikiyatrisi

Posted by bilge

Son yıllarda, moleküler genetik alanında kaydedilen önemli gelişmeler, hastalıklardan sorumlu olan genlerin genetik çalışmalarla belirlenmesini olanaklı hale getirmiştir. Bu doğrultuda hastalık genlerinin konumunu haritalandırmak için bağlantı ve ilişki çalışmaları yapılmaktadır. Diabetes mellitus ve Alzheimer hastalığı gibi karmaşık hastalıklarda bile gözle görünür bir başarı elde edilmiştir ve yakın gelecekte önemli çocuk psikiyatrik bozukluklara yatkınlık sağlayan genlerin belirlenmesine de kesin gözüyle bakılmaktadır. Yapılan aile, ikiz ve evlat edinme çalışmaları sonucunda otistik bozukluk, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, şizofreni, bipolar bozukluk, depresyon, panik bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk gibi birçok bozuklukta genetik yatkınlığın bulunduğu kanıtlanmıştır. Moleküler genetik çalışmalarla hastalıklardan sorumlu olan genler lokalize edilmeye çalışılmakta ve hastalıkların genetik temelleri araştırılmaktadır.

Posted by bilge

SON 10 YILDA ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARININ BEYİN GÖRÜNTÜLEME ÇALIŞMALARININ GÖZDEN GEÇİRİLMESİ

ÇOCUKLUK-BAŞLANGIÇLI ŞİZOFRENİ

· Serebellum

· Serbral hemisferler ve ventriküller

· Temporal lob yapıları

· Bazal ganglionlar

· Korpus kallozum

· Kavum septi pellusudi
OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUKLARI

· Serebellum

· Serbral hemisferler ve ventriküller

· Korpus kallozum

· Beyin sapı
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

· Serebellum

· Serbral hemisferler ve ventriküller

· Bazal ganglionlar

· Korpus kallozum

· Temporal lob yapıları
YEME BOZUKLUKLARI

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

· Serebral hemisferler ve ventriküller

· Bazal ganglionlar

· Korpus kallozum

· Olgu çalışmaları

TOURETTE BOZUKLUĞU

AFFEKTİF BOZUKLUKLAR

SONUÇLAR VE ÖNERİLER

Posted by bilge

Geçen birkaç on yılda zeka ile ilgili olarak yapılan genetik araştırmalar önemli buluşlar yapmıştır. Bu buluşların bazılarının ana hatlarından bahsederken fazla yer kaplamaması için zeka ölçümünden bahsetmeyeceğim. Ancak belirtmek gerekirse bu yazıda zeka derken benim anlatmak istediğim; genel bilişsel beceridir ve g ile ifade edilmektedir. Bilişsel beceriyi ölçen bütün geçerli ve güvenilir testlerin ortak özelliği işte bu g’dir. Aslında g, bütün testlerde ortak olan ve daha kesin ve değişmez temel bileşenlerce indekslenmiş olmasına rağmen genellikle zeka testlerinde yer alan çeşitli bilişsel testlerin toplam skoru üzerinden değerlendirilir. Nerdeyse bütün genetik bilgiler bu psikometrik bakış açısına bağlı olarak yapılan ölçümler sonucunda ve temel zeka testleri kullanılarak toplanmıştır. Zeka ile ilgili genetik araştırmaların yeni bir yolu da bilgi süreçleri gibi diğer ölçümlerin ve ilintili potansiyeli, pozitron emisyon tomogrofik taramalar ve MRI gibi daha direk beyin fonksiyon ölçümlerinin araştırılması ve bu ölçümlerin g yi nasıl etkilediğinin açıklanmasıdır.

Posted by bilge

İnsan zekasının modern olarak ölçümü; Charles Darwin’in kuzeni olan Sir Francis Galton’un 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de basit bir teoriden (insanlar bilgileri duyuları ile edindiklerine göre en zeki insanlar en gelişmiş duyulara sahip olanlar olmalıdır) bir test geliştirmesiyle başladı. Galton; duyu, motor ve reaksiyon zamanı işlevlerinden oluşan ve sonuçları tutarlı ve güvenilir olan bir test geliştirdi. Sonuçta 20. yüzyıla kadar Galton dışındaki insanlar tarafından geliştirilen testler bu karmaşık yapının değersiz ölçümleri olarak gösterildi.

Posted by bilge

1905 yılında Alfred Binet ve Theodore Simon davranış sorunları olan çocukları zeka geriliği olanlardan ayıracak bir test geliştirmeyi başardılar. Fikir Fransa’da yaşayan, davranış bozukluğu olan çocukların zeka geriliği olan çocukların bakımsız durumdaki sınıflarına gönderilmelerini önlemek için çıkmıştı. Test kabiliyet açısından en alt seviyedeki çocuklar dışında akademik performansı önceden tahmin edebilme açısından başarılıydı. Binet testinin bir değişik biçimi olan Stanford-Binet, daha sonraları tüm Amerikan okullarında seçkin olarak kullanılmaya başlandı. Sonunda Stanford-Binet daha önceleri kullanılmakta olan Wechsler gibi ölçekler ve Otis testi gibi grup ölçekleri de dahil olmak üzere diğer bazı testlerle birleşti.

Posted by bilge

a. Amaçlar:

1. Zeka geriliğinin genel olarak tanımlanması ve öneminin açıklanması,

2. Zeka geriliğinin epidemiyolojisinin açıklanması,

3. Zeka geriliği nedenlerinin açıklanması,

4. Zeka geriliğinin klinik belirtilerinin ve tanı konulmasının açıklanması,

5. Zeka geriliğine eşlik eden fiziksel engel ve psikiyatrik bozuklukların açıklanması,

6. Zeka geriliğinin izlenmesini ve tedavisinin açıklanması.

b. Hedef Davranışlar:

1. Zeka geriliğini genel olarak tanımlar.

2. Zeka geriliğinin yaygınlığını belirtir.

3. Zeka geriliğinin nedenlerini açıklar.

4. Zeka geriliğinin klinik belirtileri, nasıl tanı konulduğu ve zeka düzeylerine göre sınıflandırılmasını açıklar.

5. Zeka geriliğine eşlik eden fiziksel engel ve psikiyatrik bozuklukları tanımlar.

6. Zeka geriliğinin izlenmesi ve tedavi yaklaşımlarını tanımlar.

c. Süre: 45 Dakika

ç. Gerekli Araç, Gereç, Dokümanlar ve Hazırlıklar:

Tepegöz, slayt makinesi, yazı tahtası, yazı kalemi.

Öğrenciler konuyu okumuş ve araştırmış olarak derse katılır.

d. Emniyet: Ders esnasında cihazların kullanımına dikkat edilecektir.

e. Giriş Testi (2 Dakika)

Posted by bilge

Korku kelimesi, çocuklarımızdan sık duyduğumuz ve kimi zaman nasıl bir yaklaşımda bulunacağımızı bilmediğimiz durumlarla bizi karşı karşıya getirir. Genel bir bakışla korku; algılanan bir tehlike, tehdit anında hissedilen ve gerilim, güçlü bir kaçma veya kavga etme dürtüsü, hızlı kalp atışları, kaslarda gerginlik, v.b. belirtilerle yaşanan yoğun bir duygusal uyarılmadır.

Korku, çocuğun gelişim sürecinde var olan bir duygudur. 6 aydan itibaren bir bebek yabancı nesneler, yerler ve kişilere karşı korku geliştirebilmektedir. Birincil bakıcıları (genellikle anne ve baba) olmaksızın bebek farklı ortamlara tepkiler verir. Yeni tanıdığı, tanıştığı kişilere ağlayarak yaklaşır, anneyi arar. Bu doğal gelişim sürecinin bir sonucudur. Bebeğimizin çevreye olan algısı artmış ve tanıdık-tanımadık sınıflandırmalarını değerlendirmeye başlamıştır artık. Yabancılık çekme ve ebeveynden ayrılmaktan kaçınma 2 yaşa kadar devam eder.

Posted by bilge

Tourette sendromu (TS) veya Tourette bozukluğu DSM-III-R ve TS Sınıflandırma Çalışma Grubu tarafından şöyle tanımlanmıştır: birden fazla motor tik ve en az bir vokal tik’in bir arada bulunması (aynı zamanda birlikte bulunması şart değil), 12 aydan daha uzun sürmesi, artış ve azalmalar göstermesi ve 21 yaştan önce başlamasıdır. DSM-IV’de bazı kriterler değişikliğe uğramıştır.

TS önceleri nadir olduğu düşünülürken, artık oldukça yaygın olduğu kabul edilmektedir. Bu bozukluğun farkındalığın artışı ve nöropsikiyatrik bir bozukluk olduğu görüşü ilgiyi artırmıştır. Bozukluğun kesin sebepleri henüz açığa çıkarılamamıştır. Tanı için herhangi bir biyolojik testin olmaması, genellikle semptomlara dayalı tanı konmaktadır. Sadece tiklerin göz önüne alınarak tanının konması karışıklıklara yol açabilmektedir. Tiklerin Sebepleri; “alışkanlık”, “stres”, “emesyonel bozukluklar”, bazen “dikkat vermeyi gerektiren durumların sonucu” ve cinsel kötüye kullanımın sonucunda da olabilmektedir.

Daha son zamanlara dek bile, tiklerin psikolojik orijinli olduğu düşünülüyordu. Şimdi ise kabul gören görüş; TS’nin büyük oranda nörogenetik orijinli nörogelişimsel bozukluk olduğudur.

Posted by bilge

Bebek ya da küçük çocukların bir çeşit beslenme ve yeme bozukluğudur.
Normal geçen bir süreçden sonra, en az 1 ay süreyle devamlı olarak
yiyeceklerin çıkartılarak (geviş getirerek) yeniden çiğnenmesidir.
Bu davranışın oluşmasında, herhangi bir mide-barsak (gastrointestinal)
sistemi rahatsızlığı (özofajial reflü vs.) veya başka bir hastalığın rolü yoktur.
Kişinin herhangi bir organik rahatsızlığı yoktur. Olay tamamen psikiyatriktir.
Bu davranış ayrıca Anoreksiya Nervoza, Blumia Nervoza, Mental Retardasyon,
Yaygın Gelişimsel Bozukluk ve diğer bazı psikiyatrik rahatsızlıkların
gidişatında da ortaya çıkabilir.

Posted by bilge

Öğrenme ve dikkat bozukluğu olan çocuklar sıklıkla okulda ve evde yaygın olarak sorunlar yaşarlar. Bu sorunlar akademik yetersizlikler ve davranış güçlükleridir. Bu problemlerin yüksek prevalansı ve artmış farkındalık tanı ve tedaviyi gerekli hale getirmiştir. Tanı için okul ve diğer çocuk hekimlerinin konsultasyonunu gerektirir.

KOMORBİDİTE PROBLEMİ

Posted by bilge

ÖZGÜL ÖĞRENME BOZUKLUĞU

Özgül öğrenme güçlüğü öğrenmeyle ilgili bir sorun olarak algılanmakla ve tanıtılmakla birlikte; gördüğümüz, duyduğumuz ya da dokunduğumuz, tanımaya çalıştığımız şeylerin algılanmasıyla ilgili ya da işlenmesiyle ilgili bir sorun olarak yaşanmaktadır. Ortaya çıkış nedenleri; beyindeki bazı farklılıklar nedeniyle öğrenme süreçlerinde bir ya da birkaçında sapmalar olması durumunda ortaya çıkar. Her özgül öğrenme güçlüğü gösteren çocuk birbirinden farklıdır.Özgül öğrenme güçlüğü zeka sorunu değildir. Tanı konulması için duyusal organlarda organik bir bozukluğun olmaması gerekiyor. Ondokuzuncu yüzyılda disleksi daha çok bilinen bir kavram. Sözlük karşılığı okuma güçlüğü. Özgül öğrenme güçlüğü okuma\yazma\aritmetik güçlüğü olarak da geçebilir. Sıklığı %1-%30 arasında değişir, erkeklerde daha sık görülür. Nedenleri kesin olarak bilinmiyor. Olası nedenler genetik, kalıtsal etmenler , beyindeki yapısal işlevsel farklardan bahsediliyor. Özgül öğrenme güçlüğü olan çocukların anne-babalarında da özgül öğrenme güçlüğü görülüyor. Beynin her iki yanındaki işitsel alan normal kişilerde solda daha büyüktür, disleksiklerde her ikisi de eşit ya da sağdaki daha büyüktür.

Posted by bilge

Bir kişinin yaşından, zeka kapasitesinden ve eğitim düzeyinden beklenenden daha düşük olan yazma yeteneği yazılı ifade bozukluğudur. Bu bozukluk nörolojik veya duyusal bir eksikliğe bağlı olmamalı ve kişinin okul performansını ve günlük yaşamda yazmayı gerektiren durumlarda bozukluklar yapmalıdır. Yazma özründe heceleri fena yazma, yazım ve işaret hataları yapma ve fena el yazısı görülür.

Eskiden okuma bozukluğu olmadan disgrafinin gelişmediği düşünülürdü. Fakat şimdi yazılı ifade bozukluğunun tek başına olabileceği bilinmektedir. Yazma özrü için daha önce kullanılan terimler heceleme bozukluğu ve heceleme disleksiyasıydı. Yazma özrü sıklıkla diğer öğrenme bozukluklarıyla birliktedir. Fakat yazma, dil ve okumadan daha sonra kazanıldığından ileride tanı konur.

DSM-IV’deki yazılı ifade bozukluğuna benzer olarak ICD-10’da ayrı bir özel heceleme bozukluğu vardır.

Epidemiyoloji

Yazılı ifade bozukluğunun görülme sıklığı bilinmemekle birlikte okul çağı çocukları arasında % 3-10 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bazı bulgular bu bozukluğun böyle bir bozukluk öyküsü olan aileler arasında sık olduğuna işaret etmektedir.

Etiyoloji

Posted by bilge

DSM-IV’ e göre matematik bozukluğu öğrenme bozukluklarından birisidir. Matematik bozukluğunda dört yetenek grubunda bozuklukların olduğu belirlenmiştir: dil yetenekleri (matematik terimlerini anlama ve yazılı problemleri matematik sembollerine çevirme), algısal yetenek (sembolleri tanıma ve anlama ve sayıları kümeleştirme yeteneği), matematik yetenekleri (toplama, çıkarma, çarpma, bölme ve temel işlemlerin sırasını izleme) ve dikkat yetenekleri (rakamları doğru yazma ve işlem sembollerini doğru gözleme).

Okuma bozukluğu, gelişimsel koordinasyon bozukluğu ve karışık algılayıcı-ifade edici dil bozukluğu sıklıkla matematik bozukluğu ile birliktedir. DSM-IV’ e benzemeyerek, ICD-10’ da matematik bozukluğuna ek olarak okuma ve heceleme özürlerinin mevcut olmaması gerekir.

Matematik bozukluğu yeni bilinen bir şey değildir. 1980 deki DSM-III’ e kadar bir psikiyatrik bozukluk olarak tanınmamıştır. Matematik bozukluğu için başka terimler de kullanılmaktadır: Gerstmann sendromu, diskalkuli, konjenital aritmetik bozukluğu, akalkuli ve gelişimsel aritmetik bozukluğu.

Posted by bilge

DSM-IV de okuma bozukluğu, çocuğun yaşına, eğitimine ve zekasına göre okuma başarısının beklenenin altında olması şeklinde tanımlanır.

Bu bozukluk, okumanın gerekli olduğu akademik başarı veya günlük etkinliklerde anlamlı sorunlar ortaya çıkarır. DSM-IV’ e göre eğer nörolojik bir durum veya, algısal bozukluk varsa okuma özürünün derecesi bu gibi durumlardan dolayı artış gösterir.

DSM-IV’ ün okuma bozukluğu tanımı ICD-10’dan farklıdır. ICD-10’a göre özel öğrenme bozukluğu olan çocukların öykülerinde sıklıkla konuşma, dil ve heceleme bozuklukları da vardır.

Posted by bilge

Konuşma esnasında konuşmanın düzenli bir şekilde ilerlemesini bozan duraklama, bazı ses ve sözcükleri yineleme ya da bir heceyi uzatarak söyleme ile giden ve bazı kişilerde sosyal ortamlardan kaçınmaya yol açıp, kaygı ve üzüntü konusu olan bir bozukluktur

Nelerden dolayı olabilmektedir?

Bazı ailelerde gerilim düzeylerinin yüksek olması ve ortak bir özellik şeklinde bu gerilimin nefes borusu ve ses tellerine iletilmesi ile ilişkili olabildiği ya da beyindeki konuşma merkezi ile ilişkisi olduğu yönünde düşünceler bulunmaktadır. Anne-babada obsesif-kompulsif kişilik yapısının varlığına da bu bozuklukta işaret edilmiştir. Çocuklukta yaşanan endişe , gerilim ve korkuların da etkilerinin olduğu düşünülmektedir. Bir görüşe göre kişinin çözümleyemediği ve bilinçaltına doğru bastırdığı ruhsal çatışma, korku ya da isteklerinin sonucunda oluşan nevrozların bir görünümü olarak düşünülmüştür. Hastaların % 40-60 kadarında ailelerinde kekemelik öyküsüne rastlanmıştır.

Görüntüleme çalışmalarında beyin kan akımlarında azalmalar ve bölgesel olarak bazı alanlarda akımda düzensizlikler saptanmıştır.

Hangi yaslarda baslar?

Posted by bilge

Yaygın gelişimsel bozukluklar; erken çocukluk döneminde başlayan sosyal beceri, dil gelişimi ve davranış alanında uygun gelişmeme veya kaybın olduğu bir grup psikiyatrik bozukluktur. Genel olarak bu bozukluklar gelişimin bir çok alanını etkilerler ve süreğen işlev bozukluklarına yol açarlar.

Bu bozuklukların en iyi bilineni otistik bozukluk (infantil otizm olarak da bilinir) olup; karşılıklı sosyal etkileşimde, sözel iletişimde bozukluklar ve basmakalıp stereotipik davranış örüntüsü ile karakterizedir. İnfantil otizm kavramını ilk kez Leo Kanner tarafından 1943 yılında tıp literatürüne kazandırılmış ve 1980'e kadar bu terim kullanılmıştır. 1980 öncesinde Amerikan Psikiyatri Birliğinin sınıflandırmasında yaygın gelişimsel bozukluklar çocukluk şizofrenisinin bir alt tipi olarak sınıflandırılmaktaydı. Amerikan Psikiyatri Birliği, 1994 yılında yaygın gelişimsel bozuklukları 5 bozukluktan oluşan bir grup olarak sınıflandırmıştır. Bunlar:

1. Otistik Bozukluk

2. Rett Bozukluğu

3. Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu

4. Asperger Bozukluğu

5. Başka türlü adlandırılmayan yaygın gelişimsel bozukluk’dur

OTİSTİK BOZUKLUK

EPİDEMİYOLOJİ

Posted by bilge

ENÜREZİS NOKTURNA

Enürezis terimi, Yunanca idrar yapmak “enourein” sözcüğünden gelmektedir. Tıbbi terminolojide idrar kaçırmayı (yatağı ıslatma) tanımlamak için kullanılmaktadır.

Normal gelişimleri sırasında çocuklar, genellikle 2-3 yaşları arasında mesane kontrolünü kazanmaya başlarlar. Gece kontrolü ise genellikle üçüncü ya da dördüncü yıllar arasında tamamlanmaktadır.

Enürezis Nokturna (EN) DSM-IV tanı ölçütlerine göre; 5 yaşından büyük çocukların, uyku sırasında, tekrarlayıcı nitelikte, istemsiz idrar kaçırması, bu davranışın üç ay süre ile en az haftada iki kez ortaya çıkması, okul ya da sosyal yaşantı ile ilgili bir sıkıntı nedeni olması ve durumun tıbbi bir hastalığa bağlı olmaması olarak tanımlanır. EN, DSM-IV sistemine göre dışa atım bozuklukları arasında sınıflandırılırken, ICD sisteminde duygusal ve davranışsal bozukluklar başlığı altında sınıflandırılmaktadır (burada yaş sınırı 4 yaş olarak belirtilmektedir). Çoğu uyku araştırmacıları bozukluğu bir parasomnia olarak ele almaktadır. Ancak daha yaygın olan görüş; bu belirtileri 5 yaşından küçük çocuklarda “gecikmiş ya da sorunlu tuvalet eğitimi” olarak tanımlamaktadır.

Posted by bilge

Bruksizm, uyku sırasında dişleri sıkmak,gıcırdatmak ve çeneyi kenetlemektir. Bu normal olmayan bir durumdur ve oldukça rahatsız edici bir ses ortaya çıkar. Uyku sırasındaki diş gıcırdatma o kadar sesli olur ki, kişi uyanıkken aynı sesi çıkaramaz.

Çağımızın hastalığı olan stresin diş gıcırdatmanın en önemli nedeni olduğu düşünülmektedir.

Diş gıcırdatmanın şiddeti ve sıklığı dişlerimize zarar verecek boyutlara ulaşabilir. Sürekli birbirine sürtünen dişlerin mineleri zarar görür ve dişlerin boyları kısalır. Köklerinde basınçtan dolayı kistik oluşumlar olur.

Dişi çene kemiğine bağlayan bağlarda gevşemeler olur ve bu yüzden dişlerde sallanmalar başlar.

Diş eti dokularıda zarar görür. Dokunulduğunda kanar ve git gide koyu renkli bir görünüm alırlar. Ayrıca çene eklemindeki kıkırdak dokudaki tahribat yüzünden eklem şikayetleri ortaya çıkar. Eklem şikayetlerini oluşturan sebeplerden biri de sürtünme ile kısalan diş boylarıdır. Diş boylarının kısalması belirgin hale gelince hastanın dış görünümünü de etkiler.

Posted by bilge

Çocuk ve ergenlerde cinsel kötüye kullanım, yetişkin bir kimsenin cinsel arzu ve gereksinimleri için çocuğu veya ergeni cinsel bir nesne olarak kullanması şeklinde tanımlanmaktadır (1). Çocuk ve ergenin cinsel kötüye kullanımı yüzyıllardır bilinmesine karşın, ABD'de 1970'lerde cinsel kötüye kullanım bildirimlerinde dramatik artışlar gözlenmiştir. Aynı yıllarda İngiltere ve Kanada gibi ülkelerde de benzer sonuçlar bildirilmiştir. Bildirimlerin artmasında feminist haraket ve uzmanların büyük rolü olmuştur (2). Ulusal Çocuk Koruma Komitesi'nin 1992 bildirisinde; ABD'de her yıl 150-200 bin cinsel kötüye kullanım olgusu olduğu belirtilmektedir (3). Geniş ölçekli bir araştırmada, toplum örneklemindeki her on erkek ve her üç kız çocuktan birinin onsekiz yaşından önce cinsel kötüye kullanıma uğrama riski taşıdığını saptamıştır (2). Çocuk ve gençlerde cinsel kötüye kullanım ülkemizde de beklenenden daha yüksek oranlardadır. Trakya Üniversitesinde yapılan bir çalışmada aile içi cinsel kötüye kullanım %1.4 olarak bulunmuştur (4). DSM-IV, çocuk ve ergenin kötüye kullanımını üç ana başlıkta ele almaktadır.

Posted by bilge

Cinsel kötüye kullanım önleme programları sıklıkla anaokulunda başlar, seks eğitimi ise nadiren 5. Sınıftan önce başlar. Seks eğitim programlarında hemen hemen her zaman cinsel zevk alma, mastürbasyon ve homoseksüalite gibi çelişkili konuları işlemez atlarlar. Çoğu ebeveyn bu konuların çocukları için zararlı veya aşırı uyarıcı olduğunu düşünmektedir. Müfredatlar “emniyet”, özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıkların tehlikelerinden bahsedilir.

Cinsel eğitimde sınıflara göre uygun materyaller kullanılmalıdır. Kullanılan kelimeler çocuklar tarafından yanlış anlaşılabileceği ve kafalarını karıştırabileceğinden ötürü dikkatle seçilmelidir: Yumurta dendiğinde, tavuk gibi kümes hayvanlarının ürettiği bir obje olarak zan edilebilir. Tohum dendiğinde, annesinin mide duvarına bitişik toprakta yetişin bitkilerin tohumları olarak algılar, ve bunun babanın semeni ile zaman zaman sulandığını zannederler (Goldman ve Goldman 1981).


Son yorumlar