Derinin Biyolojik Özellikleri

Derinin Biyolojik Özellikleri

Deri vücudun tek başına en ağır organıdır. Toplam vücut ağırlığının yaklaşık % 16’sını meydana getirir ve yetişkinlerde 1.2-2.3 metrekarelik bir yüzey oluşturur. Deri ektodermal orijinli epitelyal bir tabaka olan epidermis ve mezodermal orijinli bağ dokusu tabakası olan dermisden meydana gelir. Dermis ve epidermis’in birleşme yerleri düzensizdir ve papilla denen dermis uzantıları epidermal çıkıntılar ile iç içedir.. Üç boyutlu olarak incelenirse, bu interdigitasyonlar fiş ve priz (ince deri) veya kabartılar ve oluklar (kalın deri) gibi bir uyuma sahiptir. Dermisin altında panniculus adiposus da denen yağ hücrelerinin yer alabileceği bir gevşek bağ dokusu olan hipodermis (yunanca, hypo alt+derma, deri) veya subkutanöz doku uzanır. Derinin bir parçası olarak kabul edilmeyen hipodermis deriyi alttaki dokulara gevşekçe bağlar ve makroskopik anatomisi süperfizyal fasyaya benzemektedir. Saçlar, tırnaklar, yağ ve ter bezleri epidermden türerler.

Epidermis ve ekleri (kıl, tırnak, ter ve yağ bezleri) ektodermden, dermis (karium), subkutis (bağ-yağ dokusu, kollogen lifler, elastik lifler, kaslar, lenf ve kan damarları) mezodermden, sinirler ve melanositler ise nöroektoderm ve nöral çıkıntıdan meydana gelir.Derinin, kendine özgü bir özelliği olan hem dış ortam ile organizma arasındaki ilişkiyi sağlayan hem de birtakım ruhsal tepkimelerimizi yansıtan bir organdır.

Derinin dış yüzeyi nispeten su geçirmezdir. Böylece buharlaşma ile fazla su kaybını önler ve karasal yaşama imkan sağlar. Deri çevre ile sürekli haberleşme sağlayan reseptör bir organ olarakfonksiyon yapar ve organizmayı çarpma ve sürtünme ile oluşabilecek yaralanmalara karşı korur. Epidermis hücrelerinde üretilen ve depolanan bir pigment olan melanin güneşin ultra viyole ışınlarına karşı önemli bir koruma sağlar. Derinin bezleri kan damarları ve yağ dokusu ısı düzenlemesinde, vücut metabolizmasında ve çeşitli maddelerin atılmasında görev alır. Güneşteki ultraviole radyasyonunun etkisi altında vitamin D3 epidermal tabakadaki deri tarafından sentezlenen prekürsörlerden meydana gelir. Deri elastik olduğu için ödem ve hamilelik gibi şişme durumlarında geniş alanları kaplayacak şekilde esneme yeteneğindedir.

Daha ayrıntılı incelenirse, insan derisinin bazı kısımlarının değişik şekillerde düzenlenmiş çıkıntı ve oluklara sahip olduğu gözlenir. Bu çıkıntılar ilk olarak intrauterin hayatın onüçüncü haftasında parmakların uçlarında ve daha sonra ayak ve ellerin volar yüzlerinde (ayak tabanı ve el ayası) belirir. Çıkıntı ve arada bulunan oluklar tarafından oluşturulan şekillerde dermatoglyphics, (parmak izleri) denilir. Parmak izleri her şahıs için farklıdır ve ilmekler, kavisler, halkalar veya bunların kombinasyonu şeklinde belirir. Şahsı tanımlamada kullanılan bu şekiller muhtemelen multipl genler tarafından tayin edilmektedir, tıp ile olduğu kadar hukuk ve antropoloji açısından da önemlidir.

EPİDERMİS

Epidermis başlıca çok katlı yassı keratinize epitelden meydana gelir, fakat aynı zamanda daha az görülen 3 hücre tipini de kapsar: Melanositler, Langerhans hücreleri ve Merkel hücreleri. Keratinize olan epidermal hücrelere keratinositler denir. El ayası ve yak tabanında bulunan kalın deri (globrous veya düzgün ve saçsız) ile vücudun diğer yerlerinde bulunan ince deri (saçlı) arasında ayırım yapmak adet haline gelmiştir. Kalınlık ve inceliğin tayini: ince deri için 75-150 mikron ve kalın deri için 400-600 mikron arasında değişen epidermal tabakanın kalınlığı göz önüne alınır. Toplam deri kalınlığı (epidermis ve dermis) aynı zamanda bölgeye göre de değişir. Örneğin sırttaki deri yaklaşık 4 mm kalınlığındayken kafatası derisi yaklaşık 1.5 mm kalınlığındadır. Dermisden dışa doğru epidermis keratin üreten 5 hücre (keratinosit) tabakasından meydana gelir.

A- Stratum Basale (Stratum Germinativum):

Bu, dermal-epidermal birleşme yerinde bazal lamina üstüne oturmuş bazofilik kolumnar ve küboidal hücrelerin tek bir tabakasından meydana gelir ve dermisi epidermisden ayırır. Bunların uzun eksenleri bazal laminaya diktir. Çok miktardaki desmozomlar bu tabakanın hücrelerini lateral ve üst yüzeylerinden bağlar. Bazal plazmalemmada bulunan hemidesmazomlar bu hücrelerin bazal laminaya bağlanmasına yardım eder. Stratum basale yoğun mitodik aktivite ile karakterizedir ve epidermal hücrelerin sürekli yenilenmesinden sorumludur. İnsan epidermisi yaşa, vücut bölgesine ve diğer faktörlere bağlı oalrak 15-30 günde bir yenilenmektedir. Stratum bazale’deki bütün hücreler 10 nm çapında filamentler içerir. Hücreler yukarıya doğru çıkarken filament miktarı artar ve stratum korneumdaki toplam proteinin yarısını oluşturur.

B- Stratum Spinozum:

Bu tabaka merkezi nukleuslu ve sitoplazması filament demetleri ile dolu olan küboidal , poligonal, veya biraz yassılaşmış hücrelerden oluşur. Sitoplazmadaki bu demetler diken şeklindeki küçük hücresel uzantıların başlangıcındaki dezmozomlarla uzantıyı birleştirirler. Bu tabakadaki hücreler birbirleriyle flament dolu sitoplasmik dikensi çıkıntılar ve hücre yüzeyindeki desmosomlarla sıkıca irtibatlandırılmıştır. Işık mikroskop altında görülebilen bu tonofilament demetlerine tonofibriller denir; bunlar desmozomların sitoplazmik kısmında yoğunlaşıp sonlanır. Filamentler hücreler arasındaki yapışmada ve yıpranma etkilerine karşı dayanıklılıkta önemli bir rol oynarlar. Sürekli sürtünme ve baskıya maruz kalan bölglerin (ayak tabanları gibi) epidermisi daha bol tonofibril ve desmosom içeren daha kalın bir stratum spinozuma sahiptir. Bütün mitozlar stratum bazale ve stratum spinozumun birlikte oluşturdukları malpigi tabakasında olur.

C- Stratum Granulosum:

2-3 sıra hücreden , iğ şeklinde ve sitoplazmaları koyu bazofilik boyanan taneciklerle dolu bir tabakadır. İçlerindeki granüllerin keratinin ön maddesi olan keratehiyalin olduğuna inanılır. Granülar tabaka lökoptaki gibi bazı hastalıklar dışında mukozada bulunmaz. Bu tabaka merkezi yerleşimli nukleus ve sitoplazma içeren yassı poligonal hücrelerin oluşturduğu 3-5 tabakadan meydana gelmiştir. Sitoplazma keratohiyalin granülleri denilen yoğun bazofilik granüller ile doludur. Biyokimyasal çalışmalar bu granüllerin sistin içeren proteinlerin yanı sıra fosforlanmış histidinden zengin proteinleri de içerdiklerini göstermiştir. Bol miktarda membransız fosfat grupları keratohiyalin granüllerinin yoğun bazofiliğinin sebebi olarak gösterilmektedir. Epidermisin granüller tabakalı hücrelerinde elektronmikroskop ile bulunan diğer bir karakteristik yapı ise çift tabakalı lipid tarafından oluşturulan lameller diskleri içeren orak veya çubuk şekilli, küçük (0.1-0.3 mikron) yapılar olan membranla sarılmış lammeller granüldür. Bu granüller hücre membranı ile kaynaşır ve içeriklerini lipid taşıyan tabakalar şeklinde biriktirdikleri yer olan stratum granulozumun hücreler arası boşluğuna boşaltırlar. Boşaltılan bu maddenin fonksiyonu hücrelerarası semente benzer; yabancı maddelerin penatrasyonunda bir bariyer gibi görev yapar. Peroksidaz ve lantanum kullanılarak keratinleşmiş ve keratinleşmemiş insan ağız epiteli üzerinde yapılan çalışmalarda, ekstrasellüler alanı dolduran bu maddenin bulunduğu bölgelerde penetrasyonun gerçekleşmediği gösterilmiştir. İlk olarak sürüngenlerde beliren bu barierin oluşumu karasal yaşamın gelişimine imkan sağlayan önemli evrensel olaylardan biridir.

D- Stratum Lucidum:

Sadece el içi ve ayak tabanında bulunan, oldukça yassılaşmış nüveleri kaybolmuş saydam hücrelerden oluşur. Hücrelerin taşıdığı maddeye eleidin denir.Kalın deride daha belirgin olan bu tabaka oldukça yassı eozinofilik hücrelerin oluşturduğu yarı geçirgen (translucent) ince bir tabakadır. Organeller ve nukleuslar artık belirgin değildir ve sitoplazma elektron yoğun matriks içine gömülmüş sıkıca paketlenmiş filamentlerden meydana gelmiştir. Komşu hücreler arasındaki desmozomlar hala belirgindir.

E- Stratum Korneum:

Tümüyle keratinleşmiş, nukleuslarını kaybederek lameller halini almış keratinisitlerin oluşturduğu tabakadır. Bu tabaka el içi, ayak topuğunda en kalın; göz kapakları, prepüsyum, yanaklar, karın ve dirseklerin iç yüzünde en incedir. Bu kat sitoplazması keratin denilen ışığı iki defa kıran flamentöz ve skleroprotein ile dolu; nukleussuz ve yassı keratinize hücrelerin oluşturduğu 15-20 tabakadan meydana gelmiştir. Keratin, molekül ağırlıkları 40.000-70.000 arasında olan en az 6 değişik polipeptid içerir. Uç polipeptid zinciri tonofilamentin alt gruplarını (~47 nm uzunluğunda) oluşturmak için birbirleri etrafında kıvrılırlar. Alt gruptaki polipeptidlerden en az biri diğerlerinden farklıdır, böylece komposizyonda büyük bir farka izin verir. 3 zincirli alt gruplardan dokuzu birbiri etrafında kıvrılarak 10 nm çapında bir filament oluşturur. 3 zincirli alt gruplar uc uca birleşerek tonoflamentlerin boylarını uzatırlar. Tonoflamentlerin kompozisyonu epidermal hücreler farklılaştıkça değişir. Bazal hücreler daha düşük molekül ağırlıklı polipeptidler içerir, halbuki daha farklılaşmış hücreler molekül ağırlığı daha yüksek polipeptidler sentezlerler. Tonoflamentler keratohiyalin granüllerin de bulunduğu matriks içinde paketlenmiş bulunur. Keratinizasyondan sonra, sadece fibriler yapı ve amorf proteinli kalın plazma membranı, boynuzsu hücrelere (horny cell) dönüşürler. Sitoplazmik organellerin kaybında lizozomal hidrolitik enzimler önemli rol oynar. Bu hücreler stratum korneum yüzeyinde dökülürler. Bu epidermis kısmının en karmaşık olduğu yer en kalın olduğu yerdir. İnce deride stratum granulozum ve lusidum az gelişmiştir. Stratum korneum da nispeten incedir. Epidermisin yenilenmesi her 15-30 günde olur ve stratum germinavitum ile spinozumun mitotik aktivasyonuna bağlıdır. Yaygın bir hastalık olan psoriasisde stratum basala ve stratum spinozumda çoğalan hücrelerde artış vardır ve hücrelerin siklus zamanlarında bir azalma görülür. Sonuçta epidermis kalınlığı artar döngü (siklus) zamanı 15-30 gün yerine 7 güne iner.

Melanositler

Derinin rengini tayin eden en önemli faktör melanin ve keroten miktarıdır, ayrıca dermisteki kan damarlarının miktarı ve bu damarlar içinde akan kanın rengi de önemlidir. Eumelanin, melonosit tarafından üretilen koyu kahverengi bir pigmenttir, bu hücre epidermisin altına veya kıl foliküllerinde staratun bazalede bulunur. Kırmızı saçta görülen pigment pheomelanin (Yunanca, phaios, esmer+melas, siyah) dir. Yapısında cysteine ihtiva eder. Melanositler nöral kristadan türerler. Bunlar yuvarlak hücrelerdir ve stratum basale ile stratum spinozumda düzensiz dallanmalar yaparlar. Bu uzantıların uçları bu iki tabakanın hücrelerinin invaginasyonları arasında seyreder. Elektron mikroskopik çalışmalar bu soluk boyanan hücrelerde küçük mitokondriler, iyi gelişmiş golgi kompleksi, granüllü endoplazmik retikulumun kısa sisternalarının varlığını göstermiştir. 10 nm çapındaki intermedial (orta boy) flamentler mevcuttur melanositler keratinositlere desmosomlarla bağlı olmamasına rağmen basal laminaya bağlı melanositlerde hemidesmosomlar bulunur. Melanin sentezi melanositin iç kısmında, tirozinazın önemli rol oynadığı bir süreçle olur. Tirosinaz aktivasyonu ile 3,4-dihydroxyphenylalanine (dopa), dopaquinone çevrilir, takip eden değişimlerle melanin oluşur. Tirosinaz ribozomlarda sentezlenir, melanositin granüler endoplazmik retikulumunun lümenine geçer. Golgi kompleksinin veziküllerinde birikir. Olgun melanin granülünün gelişmesinde dört safha vardır:

A- 1. Safha:

Vezikül bir membranla çevrelenmiştir, tirosinaz aktivitesi başlar ve ince granüler materyal oluşur; periferinde elektron yoğun diziler bulunur, bunlar protein matriksinde tirosinaz molekülleri ihtiva eder.

B- 2. Safha:

Vezikül ovaldir (melanozom) bu aşamada iç tarafında 10 nm perioditede paralel flamentler veya çapraz yapılar içerir. Melanin, protein matriksde depolanır.

C- 3. Safha:

Artan melanin yapımı ince yapının görüntüsünü soluklaştırır.

D- 4. Safha:

Olgun melanin granülü ışık mikroskobunda görülür ve melanin vezikülü tamamen doldurur. Ultrastrüktürel yapı görülmez. Olgun granüller elips şeklindedir. 1 mikron uzunluk ve 0.4 mikron çapa sahiptir.

Oluştuktan sonra melanin granülleri sitoplazmik uzantılara göç eder, stratum
germinativum ve epidermisin stratum spinozumuna geçer. Bu geçiş derinin doku kültürlerinde gözlenmiştir. Melanin granülleri keratinositlere cytocrine sekresyonu denilen süreçle geçer. Bir kere keratinosite geçti mi melanin granülleri sitoplazmanın supranuklear bölgelerine göç eder, böylece bölünen hücrelerin nükleusları güneş ışığından korunmuş olur. Her ne kadar melanini melanositler sentezlerse de, depolayanlar epitelyal hücrelerdir ve bu pigmenti melanositlerden daha fazla ihtiva ederler. Keratinositlerde melanin granülleri lizozimlerle kaynaşır. Bu yüzden melanin epitelyal hücrelerin üst kısımlarında kaybolur. Derinin renklenmesindeki keratinosit ve melanosit arası alış verişde önemli bir faktör, melanositlerde melanin granülleri oluşması, granüllerin transferi ve sonuç olarak keratinositlerde işleme alınmasıdır, melanosit ve keratinositler arasında muhtemelen bir feedback mekanizması vardır. Melanositler epidermisin dopa’daki inkübasyonunda rahatça görülebilir. Bu bileşik, melanositlerde tirosinaz enziminin katalizasyonu ile koyu khverengi depozitlere dönüşür. Bu metodu kullanarak epidermisde birim alana ne kadar melanosit düştüğü hesaplanabilir. Yapılan çalışmalar keratinositlerin rastgele dağılmadığını, aksine dağılımında epidermal-melanin ünitesinin rol oynadığını göstermiştir. İnsanda stratum basaledeki dopa pozitif melanositlerin keratinositlere oranı her vücut bölgesi için sabittir. Örneğin uyluk derisinde 1000 melanosit/milimetrekare, skrotumda 2000 melanosit/milimetrekare’dir. Birim alana düşen melanosit miktarı cinsiyet ve ırka bağlı değildir, bilakis renk değişikliği keratinositteki melanin granüllerine bağlıdır. Derinin güneş ışığında (dalga boyu: 290-320 nm) koyulaşması iki basamaklı bir yolla olur. Önce fizyokimyasal bir reaksiyon olur, melanin kararır ve hemen keratinositlere geçer. İkinci aşamada melanositlerdeki melanin sentezi artar ve pigment miktarı artar. İnsanlarda adrenal korteksinden salgılanan kortizolun eksikliği, adreneal bezlerin bozuk çalışmasının sebep olduğu Addison hastalığında olduğu gibi, derinin pigmentasyonunu arttıran ACTH’nın fazla üretilmesine sebep olur. Albinizimde, melanositler genetik olarak melanin sentezleyemezler. Tirosinaz eksikliği veya tirozin alımında hasar vardır. Neticede melanin güneş radyasyonundan koruyucu olamaz. Bu sebeplebazal ve squamöz hücre karsinomaları artar. Tüm melanositlerin, genetik olarak ayarlanmış dejenerasyonu ve ortadan kaybolması viteligo adı verilen depigmentasyon bozukluğu ile sonuçlanır.

Langerhans Hücreleri

Yıldız şeklindeki bu hücreler esas olarak epidermisin stratum spinosum tabakasında bulunur ve epidermal hücrelerin %2-8’ini oluşturur. Bunlar kemik iliğinden türeyen makrofajlardır, antijenleri T lenfositlerine tanıtırlar ve bu hücreler uyarıcıdır. Derinin immünrolojik reaksiyonlarında önemli bir role sahiptir.

Merkel Hücreleri

Merkel hücreleri, el ve ayak derilerindeki kalın deride bulunan, epidermal epitelyalhücrelerdir bunların sitoplazmalarında küçük yoğun granüller bulunur. Bu granüllerin terkibi tam olarak bilinmemektedir. Genişlemiş terminal bir plaktan oluşan serbest sinir sonlamaları Merkel hücrelerin tabanında bulunur. Bu hücreler duyusal mekanoreseptör olarak çalışırlar, ancak bunların yaygın nöroendokrin sistemle ilgili olduğu hakkında kanıtlar vardır.

DERMİS

Derinin elastik ve dayanıklılığını sağlar. 3 komponentten oluşur:
a. Hücreler (fibroblast, histiyonist, lenfosit plazma ve mast)
b. Lifler (kollojen, elastik ve retikulm)
c. Temel madde (hyaluronik asit, kondrotin sülfat)
Dermis anatomik olarak 2’ye ayrılır:
a. Papiler Dermis: Uzantılar yaparak epidermisin girintileri ile bağlar yapar.burada terminal kapiler ve sinir sonlanmaları bulunur. Kollojen lifler vertikal doğrultuda ve gevşek demetler halinde pilladora uzanır.
b. Aetiküler Dermis: kollojen lifler horizantal bir konumda ve daha sıkışık demetler halinde görünür. Elastik lifler kollojen liflere paralel veya oblik seyreder ve retiküler tabakada daha yoğundur.
c. Subkutis: Lipesit adı verilen yağ hücreleri kümelenerek lobülleri oluşturur. Subkutis bu yağ modülleri ve ondan ayrılan fibroz trabekülardan ibarettir. Bu tabaka ısı kaybını engelleme, travmalara karşı koruma ve yedek besin deposu görevini görür.

Dermis, epidermisi destekleyen bağ dokusudur ve bunu komşu subkutan dokuya (hipodermis) bağlar. Dermisin kalınlığı bulunduğu bölgeye göre değişkendir ve sırtta 4 mm ile en kalın olduğu yerdir. Dermis yüzeyi oldukça düzensizdir ve epidermisin çıkıntıları ile interdigitasyon yapan çıkıntılara sahiptir. Bu yapılar daha fazla basınca maruz kalan deri bölgelerinde daha fazla bulunur, interdigitasyonların dermal-epidermal bağlantının gücünü arttırdığına inanılmaktadır. Embriyolojik gelişim sırasında, üzerindeki epidermisin gelişimini dermis belirler. Ayak tabanından alınan dermis, aşırı keratinize, orijin aldığı epitelyuma uymayan düzensiz epidermis oluşumunu gösterir.

İnsan derisinde dermal-epidermal bağlantı histolojik preparatlarda belirgindir, bu epidermis yapısı vücudun her yerinde aynıdır. Dermisin papiler tabakası ile stratum germinativum arasında her zaman bir bazal lamina bulunur. Bazal laminanın altında retiküler liflerden oluşmuş lamina retikülarisbulunur. Bu yapıya bazal membran (basement membrane) denir ve ışık mikroskobu ile görülebilir.

Dermal-epidermal bağlantı anomalisi derinin veziküllü bir hastalığına yol açar (bullous pemphigoid). Bu hastalığın bir başka tipinde keratinositler arası bağlantılar kaybolmuştur (pemphigus). Dermiste birbirinden ayırt edilemeyen iki tabaka bulunur. Bunlar dış papillar tabaka ile derin retiküler tabakadır. İnce papillar tabaka gevşek bağ dokusundan oluşur, fibroblast ve diğer bağ dokusu hücrelerinden en fazla makrofaj ve mast hücresi bulunur. Damar dışı lökositler de görülür. Burası dermal papillanın büyük bir kısmını kapsadığından papiller tabaka olarak adlandırılır. Bu tabakadan bazal laminaya ve dermise özel lifler uzanır. Dermisi epidermise bağlayan ve anchoring fibrilleri (yapıları) olarak isimlendirilen lifler vardır. Retiküler tabaka daha kalındır, düzensiz yoğun bağ dokusundan (başlıca tip 1 kollagen) oluşur, papillar tabakaya göre daha bol lif ve az hücreye sahiptir. Papillar tabaka dermisdeki glikozaminogligan kapsamı değişik bölgelerde farklılık gösterir. Deride esas glikozaminoglikan dermatan sulfattır.dermiste elastik lif şebekesi vardır. Bu şebekede kalın lifler retiküler tabakada bulunur. Bu bölgede ince lifler görünür ve bazal laminaya karışarak sonlanır. Lifler bazal laminaya karıştıkça amorf elastik bileşenlerini kaybederler ve yalnızca mikrofibril bileşenleri bazal laminaya geçer. Bu elastik şebeke derinin elastikiyetinden sorumludur.
Dermiste yaşa bağlı oalrak histolojik ve biyokimyasal değişimler olur. Kollagen lifler kalınlaşır ve kollagen sentezi yaşla beraber azalır. Elastik liflerin sayı ve kalınlıkları gittikçe artar ve böylece fetusa göre erişkin derisindeki elastin miktarı 5 kez daha fazladır. Yaşlılıkta aşırı çapraz kollagen bağlar, elastik lif kaybı ve aşırı güneş ışığından liflerin dejenerasyonu (solar elastosis ) deriyi daha narin ve kırışık yapar. Cutis Laxa ve Ehlers-Danlos sendromu gibi bazı hastalıklarda deri hatalı kollagen üretiminden dolayı aşırı gerilebilir.

Dermiste zengin bir kan ve lenf şebekesi vardır. Derinin bazı bölgelerinde kan arterlerden venlere direkt anastomozlarla veya şantlarla geçebilir. Dermal damarlarda tüm kanın yaklaşık %4.5 kadarı bulunur ve anastomoz veya şantlarla vücut ısısıile kan basıncı ayarlanabilir. Papiller tabakadaki zengin kapiller şebeke epidermal kabartıları çevreler, bunun vücut ısısının ayarlanmasında önemli bir rolü vardır ve kendi kan damarları bulunmayan epidermisi besler. Bu yapılara ek olarak dermiste kıl folikülü, ter ve yağ bezleri gibi epidermal yapılar da bulunur. Dermis sinir bakımından zengindir ve derinin efektör sinirleri para-vertebral zincirin sempatik ganglionlarının post ganglionik lifleridir. Parasempatik innervasyon yoktur. Afferent sinirler dermal yüzeyde, kıl folikülünde ve duyu organlarının Meissner ve pacini cisimcikleri etrafında şebeke yaparlar.

SUBKUTAN DOKU

Bu tabaka deriyi komşu organlara gevşek bağ dokusu ile bağlar. Böylece deri onların üzerinden kayabilir. Hipodermiste bulunduğu bölgeye göre değişen yağ hücreleri bulunur, boyutları da kişinin beslenmesine göre değişir. Bu tabaka yüzeysel fasyadır, burası eğer yeterince kalın ise , panniculus adiposus olarak isimlenir.

KILLAR

Kıllar, epidermal epitelyumdan türeyen uzunlamasına keratinize yapılardır. Renk, ebad ve yerleşimi ırk, yaş ve bulunduğu vücut kısmına göre değişir. Kıllar, ayalar, dudaklar, glans penis, klitoris ve labiya minör hariç her yerde bulunur. Yüzde yaklaşık 600 kıl/santimetrekare diğer vücut bölgelerinde ise 60 kıl/santimetrekare’dir. Kıllar her an büyüme halinde değildir, büyüme ve dinlenme periyotları vardır. Bu büyüme tüm vücut bölgelerinde aynı süreçte olmaz, kısım kısım olur. Büyüme ve dinlenme periyotlarıda bölgeler arası fark gösterir. Kafa tasında büyüme periyodu (anagen) yıllar alır, diğer yerlerde ortalama 3 aydır (catagen ve telogen). Kafatası, yüz ve pubisteki kılların büyümesi seks hormanlarına, -özellikle androjenlere- aynı zamanda adrenal ile tiroid hormonlarına bağlıdır.

Her kıl bir epidermal invaginasyondan, kıl follikülünden (hair follicle) çıkar, bu büyüme döneminde kıl kökünde (hair bulb) terminal bir dilatasyon olur. Kıl kökünde dermal papilla gözlenebilir. Dermal papilla hayati önemi olan kapillerlere sahiptir. Bu, hasara uğrarsa kıl ölür. Dermal papillayı çevreleyen epidermal hücreler kıl kökünü yapar ve kıl örtüsü ile devam eder, deriye çıkıntı yapar.
Bu büyüme periodu sırasında kökü oluşturan epitelyal hücreler derinin stratum germinatuvumu ile eş değerdedir. Epitel hücreleri sürekli bölünür ve özel hücre tiplerine farklılanırlar. Bazı kıl tiplerinde, dermal papillanın apeksindeki kökün merkezi bölge hücreleri kılın medullasını oluşturan büyük, vakuollü ve az çok keratinize hücreler üretir. Kökün merkezi bölgesi çevresinde yerleşmiş hücreler çoğalır ve kıl korteksini oluşturan oldukça keratinize, sıkıca gruplaşmış fuziform hücrelere farklılaşır.

Perifere doğru kökün yarısına kadar kübik doku sonra pirizmatik olan bir hücre tabakası olan kıl kutikülünü oluşturan hücreler bulunur, daha yukarıda, korteksi kaplayan yassı, oldukça keratinize, çakıl benzeri hücrelerden bir tabaka oluşturdukları nokta olan horizontalden vertikal konuma geçerler. Bu kütikül hücreler kıl follikülünde farklılışan son hücre dizisidir. En dıştaki hücreler kıl gövdesini başlangıç kısmını tamamen saran iç kök kılıfını meydana getirir. İç kılıf hücreleri yağ bezlerinin üst seviyesinde dejenere olup kaybolan geçici bir yapıdır. Dış kök kılıfı epidermal hücreler ile devam eder ve yüzeyde epidermisin bütün tabakalarına sahiptir. Dermal papilla yakınında incedir ve epidermal stratum germinatuvumdakine denk hücrelerden oluşmuştur.

Kıl folliküllerini dermisten bazal laminanın bir kalınlaşmasını temsil eden camsı membran (glassy membrane) denen hücresiz hyalin tabaka ayırır. Follikülü saran dermis daha yoğundur ve bağ douksundan bir kılıf oluşturur. Bu kılıfa sınırlayan ve onu dermisin papillar tabakasına bağlayan arrector pili kasları denen düz kas hücre demetleridir. Bu kaslar oblig seyirlidir ve bunların kontraksiyonları kıl gövdesinin dikleşmesine yol açar. Arrektor pili kaslarının kontraksiyonları aynı zamanda dermise bağlı kasların bulunduğu yerdeki deride çöküntüye sebep olur. Bu, tüylerin diken diken olmasına yol açar. Kılın rengi kıl gövdesinin medullar ve kortikal hücrelerinde mevcut olan pigmenti oluşturan kıl kökünün epitelyal hücreleri ve papilla arasında yerleşmiş olan melanositlerin aktivitesine bağlıdır. Bu melanositler epidermiste tarif edilen benzer bir mekanizma ile melanini üretir ve epitelyal hücrelere transfer ederler.

Her ne kadar epidermisteki ve kıldaki keratinizasyon birbirine benzer görünse de, bunlar birkaç noktada birbirlerinden farklıdır:
(1) Epidermis deriye gevşekçe tutunmuş olan ve sürekli dökülen kısmen yumuşak keratinize ölü hücre tabakası oluşturur. Kılda bu durum tam tersidir, sett ve sıkı keratinize bir yapı oluşturur.
(2) Epidermisteki keratinizasyon sürekli ve bütün yüzeyde meydana geldiği halde kılda bu durum sürekli değildir ve sadece kıl kökünde görülür. Kıl papillası sarıcı epitelyal hücreler üzerinde indükleyici bir etkiye sahiptir. Onların çoğalma ve farklılaşmalarını sağlar. Dermal papilla yaralanmaları kıl kaybına yol açar.
(3) Epidermiste bütün hücrelerin aynı yönde farklılaşması ile son keratinize tabaka meydana gelir, kıl kökündeki hücreler ince yapılara, histo-kimyaları ve fonksiyonları farklı olan çeşitli hücre tiplerine farklılaşırlar. Kıl folliküllerindeki mitotik aktivite androjenlerden etkilenir.

TIRNAKLAR

El ve ayakların distafalanksları üzerindeki saydam, konveks keratin oluşumlardır. Tırnağın en proksimal bölümünde deri altındaki matriks ve bunun beyaz renkli bir yarım ay şeklinde görebildiğimiz kısmı olan lumula tırmağın büyümesini sağlar. Tırnaklar hem koruma, hem de duyuların parmak uçları ile algılanmasında rol oynar. Tırnaklar el ve ayak parmak kemiklerinden her falanksın (phalanx) distali ve dorsalindeki keratinize epitelyal hücre palklarıdır. Tırnak oluğunun içine gizlenmiş olan tırnağın proksimal kısımı tırnak köküdür. Tırnak kökünü kaplayan deri kıvrımının epiteli hücrelerin olağan tabakalarından meydana gelir. Bu epitelin stratum korneumu tırnak eti(epomychium) veya kütikülü oluşturur. Derinin stratum korneumunun dengi olan tırnak plağı, tırnak yatağı denilen epitdermis üzerine oturur. Tırnak yatağında sadece stratum basale ve stratum spinosum mevcuttur. Tırnak plağı epiteli tırnak matriksinden gelişir. Matriksin proksimal ucu tırnak köküne doğru uzanır. Distal ucu ise tırnağın proksimal ucundaki beyaz, opak yarımay şeklinde olan lanulanın dış kenarına doğru uzanır. Matriks hücrelere bölünür, distal olarak hareket eder ve sonunda kornifiye olarak, tırnak plağının proksimal kısmını oluşturur. Tırnak plağı tırnak yatağına doğru kayar (tırnak yatağının plağın oluşmasına hiçbir katkısı yoktur). Plağın distal hücre tırnak yatağından serbest hale gelir ve yıpranır ya da kesilir. Tırnak yatağının hemen hemen geçirgen olan tırnak plağı ve ince epiteli dermal damarlardaki kanın rengini göstererek kandaki oksijen miktarını tayininde yararlıdır.

DERİ BEZLERİ

Yağ Bezleri

Avuç, taban ve dudaklar dışında her tarafında kanalları kıl foliküllerine açılır. Her kılın etrafında yağ bezi vardır. Yağ bezleri vücudun hemen her tarafında dermise gömülü olarak bulunmaktadır. Vücudun çoğu kısmında santimetrekarede 100 kadar yağ bezi vardır, fakat yüz, alın ve kafa derisinde sıklığı santimetrekareye 400-900’e kadar artar. Ayak tabanı ve el ayasının kılsız derisinde bulunmayan yağ bezleri genellikle kısa bir kanala açılan birkaç asimusa sahip asiner bezlerdir. Bu kanal genellikle bir kıl follikülünün üst kısmında sonlanır. Glans penis, glans klitoris ve dudaklar gibi bazı bölgelerde ise direkt olarak epidermal yüzeye açılır. Bu hücreler çoğalır ve farklılaşır, nukleusları küçülüp kaybolur, asinuslarını sitoplazmaları yoğun yağ damlacıkları içeren yuvarlak hücreler ile doldurur. Bu işlemin ürünü, yavaş yavaş derinin yüzeyine hareket eden yağ bezlerinin salgısı olan sebumdur.

Yağ bezlerinin yaptığı sekresyon ölü hücre artıkları olduğundan bu kez holokrin beze iyi bir örnektir. Bu ürün trigliseridleri, parafinleri, squalen’i, kollesterolu ve esterlerini de içine alan lipidlerin kompleks bir karışımını ihtiva etmektedir. Yağ bezlerinin fonksiyonu pupertede başlar. Erkekte yağ bezlerinin salgılarını kontrol eden faktör testosterondur; kadında ise ovaryumdan ve adrenalden salgılanan androjenlerin bir karışımıdır. Sebumun akışı süreklidir, sebumun akışında ve normal salgılanmasındaki bozukluk akne gelişiminin sebeplerinden biridir. İnsanlarda sebumun fonksiyonu fazla bilinmemektedir. Zayıf bir antibakteriyal ve antifungal özellikleri olabilir. Sebum su kaybını önlemede herhangi bir öneme sahip değildir.

Ter Bezleri

Ter bezleri deride geniş ölçüde yayılmıştır. Glans penis gibi bazı özel bölgeler bunun dışındadır.
Ekrin (merocrine) ter bezleri kanalları deri yüzeyine açılan basit, spiral tubuler bezlerdir. Kanalları dallanmaz ve çapları salgı kısmından daha incedir. Bezin salgı kısmı dermise gömülmüştür; çapı yaklaşık 0.4 mm’dir ve miyoepitelyal hücreler tarafından sarılmıştır. Bu hücrelerin kontraksiyonu salgının atılmasına yardımcı olur. Oldukça kalın olan bazal lamina, bezin salgı kısmının dışında uzanır. Ekrin ter bezlerinin salgı kısmında iki hücre tipi tarif edilmiştir. Koyu hücrelar (dark cells) veya mukoid hücreler bezin bu kısmının luminal yüzeylerinin büyük bir kısmını kaplayan piramidal hücrelerdir. Basal yüzeyleri bazal laminaya temas etmez. Koyu hücreleri sitoplazmaları çubuk şekilli mitokondria, iyi gelişmiş bir golgi kompleksi, granüllü endoplazmik retikulum sisternaları ve sayısız serbest ribozom içerir. Glikoprotein içeren salgı granülleri apikal sitoplazmada boldur. Açık hücreler (clear cells) salgı granüllerinden yoksundur fakat bol miktarda glikojen tanecikleri içerir. Basal plazmalemma transepitelyal tuz ve sıvı geçişine karışan hücrelerin özelliği olan sayısız invaginasyona sahiptir. Kanallar çok katlı kübik epitel ile döşelidir. Bu bezler tarafından salgılanan sıvı vizköz değildir ve çok az protein içerir. Sıvının esas bileşimi su, sodyum klorid, üre, amonyak ve ürik asittir. Sıvının sodyum içeriği 85 meq/lt’dir ve bu miktar kandaki miktardan (144 meq/lt) oldukça aşağıdadır ter kanallarında bulunan hücreler sodyum emiliminden sorumludur. Bezin salgı kısmında lümenindeki sıvı kan plazmasının ultrafiltratıdır. Bu ultrafiltrat her bezin salgı kısmını zarf gibi saran kapiller ağlarından gelişir. Derinin yüzeyine salınmasını takiben ter buharlaşarak geriye serin bir yüzey bırakır.

Ekrin ter bezlerine ilaveten apokrin (apocrine) bez denen diğer bir tip ter bezi aksillar, areolar ve anal bölgelerde bulunmaktadır. Apokrin bezler ekrin bezlerden daha büyüktür (3-5 mm çapında). Bunlar subkutan doku içine gömülüdürler ve kanalları kıl foliküllerineaçılır. Bu bezler başlangıçta kokusuz olan ancak bakterial bozulma sonucu belirgin bir koku veren yapışkan bir salgı üretirler. Apokrin bezler adrenerjik sinir sonlanmaları ile innerve olurken, ekrin bezler kolinerjik lifler alırlar. Göz kapaklarının kenarlarındaki moll bezleri ve kulağın seruminöz bezleri (ceruminous) modifiye ter bezleridir.

DERİNİN DAMAR VE SİNİRLERİ

Deriyi besleyen arteryal damarlar iki pleksus oluştururlar. Biri papillar ve retikuler tabakalar arasında, dieğri dermis ve subkutan deri arasında yerleşmiştir. İnce dallar bu pleksusları terkeder ve dermal papillaları damarlandırır. Her papilla sadece bir çıkan arterial ve bir inen venöz dala sahiptirler. Venler, ikisi arteryel damarlar için tarif ediln pozisyonda ve üçüncüsüde dermisin orta kısmında olmak üzere üç pleksusa dağılmıştır. Glomeralı arteriovenöz anastomozlar deride sıktır. Lenfatik damarlar dermisin papillasında kör kesecikler olarak başlar ve arterial damarlarda tarif edildiği gibi iki pleksüs oluşturmak için birbirine yaklaşır. Yaygın duyu inervasyonunun yanısıra derinin en önemli fonksiyonlarından birisi çevreden uyarıları almaktır. Epidermis ve kütanöz (cutaneous) bezlerdeki serbest sinir sonlanmalarına ilaveten dermis ve subkütanöz dokuda reseptörler mevcuttur; bunlar dermal papillada sıklıkla bulunur. Kıl folliküllerinde dışarıdan gelen dokunma uyarılarını algılayan sinir ucu şebekesi vardır.

Derinin Kasları

Deride bulunan tek kas muskulus pili, bir düz kastır. Bunlar kıl felikülünün alt kısmına yapışarak başlar ve dermeda yukarıya doğru çapraz bir şekilde seyrederek epidermis yakınlarında sonuçlanır. Kıl felikülü ile yaptıkları ağzı yukarıya doğru açık dar açı içinde yağ bezleri bulunur. Kasıldıklarında kıllar dikleşir ve yağ bezlerinin salgısı deri yüzeyine boşalır.

Deri Tümörleri

Tümörlerin üçte biri deriye aittir. Bu tümörlerin çoğu basal hücrelerden, stratum spinozumun çok katlı hücreleri ve melanositlerden gelişir. Bunlar sırasıyla bazal hücre karsinomları, squamöz hücre karsinomları ve melonamayı oluştururlar. Tümörlerden ilk ikisi erken teşhis edilip tedavi edilebilir ve nadiren ölümcüldür. Deri tümörleri güneş radyasyonunun yüksek olduğu bölgelerde yaşayan, açık tenli kişilerde arttığı görülmüştür. Malignant melanoma, melanasitlerin oluşturduğu yayılan bir tümördür. Süratle bölünen, ilerleyen melanoasitler basal laminaya nüfuz eder, dermise girer, kan ve lenf damarlarını istila ederek bütün vücuda yayılır. Malign melanomlar tüm tümörlerin yaklaşık %1-3’ünü oluştururlar.
Top