Solunum Sistemi

Solunum Sistemi



En küçüğünden en büyüğüne kadar vücuttaki milyarlarca işlem oksijen sayesinde elde edilen enerji ile gerçekleşir. İhtiyaç duyduğumuz oksijeni vücudumuza sağlayan solunum sistemimizdir.

Nefes alıp verme işlemi otomatik olarak gerçekleşir. İnsan bu hayati önemdeki işlem yerine getirilirken hiçbir emek sarf etmez, bir karar vermez ve hiçbir müdahalede bulunamaz. Doğduğu andan itibaren bu mucizevi sistem faaliyete geçer ve hiç aksama olmadan çalışır. Yeni doğan her bebekte -o farkında dahi olmadan- ömür boyunca hiç durmadan çalışacak olan solunum makinesinin düğmesine basılmış olur.

Solunum, yalnızca nefes almak değildir. Havadaki oksijen kullanılarak vücutta enerji ortaya çıkarmak için yapılan işlemler zincirinin tümüne verilen addır. İlerleyen bölümlerde solunum işleminin nasıl gerçekleştiği konusuyla birlikte solunum sistemini oluşturan parçaların genel yapısı da ele alınacaktır.

Solunum Sisteminin Giriş Kapısı: Burun
Hafızanızdaki kokuları şöyle bir gözden geçirin. Taze ekmeğin, bahçedeki hanımelilerin, yeni biçilmiş çimenlerin, yağmurdan sonraki toprağın, tam kıvamında kızarmış ızgaranın, yeni toplanmış çileğin, şeftalinin, maydanozun, kullandığınız sabunun, şampuanınızın kokusunu ve buna benzer daha pek çok kokuyu duyabilmenizi burnunuzdaki hassas yapıya borçlusunuz.

Pek çok insan gün içinde ne kadar çok koku duyduğunu ve bu kokular sayesinde kafasındaki cisimlerin şekillendiğini hiç düşünmez. Oysa yediğiniz yemeğin lezzet kazanmasını sağlayan koku alma duyunuzdur. Koku, cisimleri tanımanızdaki etkenlerden bir tanesidir.

Aldığınız her nefesle birlikte cisimlere ait kokular da burundan içeriye girer. İnsan burnu duyduğu bir kokuyu 30 saniye içinde analiz edip, yaklaşık 3.000 değişik kokuyu da birbirinden ayırt edebilecek kadar müthiş bir kapasiteye sahiptir.

Bebekler anne karnında iken göbek kordonu vasıtasıyla annelerinden hazır olarak aldıkları oksijenle beslenirler. O dönemdeki vücut yapıları akciğerlerini kullanmadan solunum yapabilecek şekilde yaratılmıştır. Ancak zaman içinde diğer organlarla birlikte akciğerleri de büyür. Anne karnında bir sıvının içinde yüzen ve nefes almayan bebek dışarı çıktığı andan itibaren nefes almaya ve akciğerlerini kullanmaya başlar. Bebek için daha doğmadan gereken tüm hazırlıklar yapılmıştır. Dış dünyada ihtiyacı olacak her türlü organ anne karnındayken onun için tasarlanmıştır. İnsanı yaratan Allah'tır. Bu hayati geçiş insan vücudunda Allah tarafından yaratılmış olan mükemmel sistem sayesinde problemsiz gerçekleşmektedir.

Burnun üst bölümünde çok sayıda sinir hücresi içeren ve koku epiteli olarak adlandırılan iki küçük alan bulunur. Bu alanlar koku duyumundan sorumludur. Koku ise havada molekül olarak dolaşır. Nefes alırken havadaki oksijenin yanı sıra bu moleküller de burna girer. Havayla taşınan "koku molekülleri" koku epitelindeki alıcılara ulaştığında burada bulunan hücreler uyarılır. Uyarılan hücre beyne bir elektrik sinyali gönderir. Beyin koku molekülü ile değil yalnızca kendisine ulaşan elektrik sinyali ile muhatap olur. Elektrik sinyali için beynin yaptığı yorumu insan koku olarak algılar.

Burun güzel kokulu çiçeklerin ya da iştah açıcı yemeklerin kokularını algılamamızı sağlamanın ötesinde de, çok önemli işlevleri olan bir organımızdır. Soluduğumuz hava ile birlikte havadan aldığı oksijeni vücudumuzun bütün hücrelerine taşıyan kan arasındaki temel bağlantı yollarından biridir. Kısacası burun hem koklama organı, hem de solunum yollarının başlangıcı olarak büyük önem taşır. İki bölümden oluşan burnun içinde "silya" denen tüycükler ve mukus adı verilen bir salgı vardır. Hava burundan içeri girdiğinde bunlarla karşılaşır ve hemen analize tabi tutulur. Havadaki moleküller ayrıştırılarak incelenir ve beyne iletilerek kokunun ne olduğu belirlenir ve ona göre tepki verilir. Bu işlemlerin hepsi sadece 30 saniye gibi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşir.

Burnun içinde aerodinamik açıdan da kusursuz bir tasarım söz konusudur. Hava içeri girdiğinde doğrudan nefes borusuna gitmez. Burun, adeta bir klima gibi çok özel filtre sistemleriyle dışarıdan gelen kirli, sıcak, soğuk ya da nemli havayı akciğerler için hazır hale getirir. Burundaki özel kıvrımlı yapı sayesinde hava burada bir tur dönüş yapar. Böylece burun çeperinde bulunan tüycüklere ve damar ağına daha fazla temas etmiş olur. İşte bu kıvrımlı sistem sayesinde burun günde 15 m3 havayı süzer, temizler, nemlendirir ve ısıtır. Bu miktar yaklaşık olarak bir odanın içindeki havaya eşittir.

Soluduğumuz havanın temizlenmesi ve zararlı maddelerinden arındırılması tek başına yeterli değildir. Havanın kullanılabilmesi için ısıtılması ve nemlendirilmesi şarttır. Burnun içinde bulunan kıvrımlar havanın ısıtılması için en uygun dizayna sahiptir. Bu kıvrımlara takılan hava, burnun iç yüzeyindeki incecik kan damarlarının sıcaklığıyla ısınır. Böylece soluduğumuz tozlu, pis ve soğuk hava akciğerlere ulaşmadan önce ısıtılmış, süzülmüş, temizlenmiş, filtre edilmiş ve nemlendirilmiş olur. Eğer aksi olup, hava solunduğu haliyle akciğerlere ulaşmış olsaydı, çok ciddi hastalıklara maruz kalabilirdik. Havanın soğutucu, kurutucu etkisi, aynı zamanda bakterilerle yüklenmiş hali ciğerlerin alt bölümlerinde şiddetli enfeksiyonlara neden olurdu. Ancak burnun üstün tasarımı insanı bu tehlikeden korur. Fakat burada kirli hava denince akla sadece tozlu hava gelmemelidir. Havayla birlikte gelen tozun yanı sıra bakteri, polenler vs. gibi yaklaşık 20 milyar yabancı maddenin vücuda girmesi burundaki özel sistem sayesinde engellenmiş olur.

Evrimci tıp mühendisi John Lenihan, Human Engineering adlı kitabında solunum sistemini klimaya benzeterek, vücuttaki kusursuz tasarımı şöyle tarif etmektedir:
Burun deliklerinin ardındaki alan analitik kimyacılarının açıklamaya güçlerinin yetmediği olağanüstü duyarlılığa sahip bir keşif sistemiyle birleşmiş dünyanın en iyi air-condition (klima) sistemine sahiptir. Tozlarını ve her türlü zararlı bakterilerini burundaki klima sisteminde bırakan hava, bu işlemden sonra her burun deliğinde üçer tane bulunan kıvrımlı yapıların üstünden geçer. Burundaki tüycüklere takılan yabancı maddeler bu defa da buradaki mukusun antibakteriyel etkisiyle zararsız hale getirilir. Hava bu kıvrımlara çarpınca yön değiştirir ve burun boşluğunun duvarına çarpar. Buraya çarptığında mukus sıvısı içinde tutulur. Solunum havasının yabancı cisimlerden temizlenmesi çok kapsamlı ve çok hassastır. En ufak bir hataya, unutmaya ve atlamaya izin verilmez. Çünkü bir bakterinin ya da zararlı bir cismin akciğer gibi hassas bir organa geçebilmesi, insanın sağlığında olumsuz etkiler oluşturabilir. Ancak her şeye rağmen zararlı cisimlerin burundan geçmeyi başarması ihtimaline karşı, ikinci bir koruma mekanizması daha vardır. Şayet burun boşluğunu geçebilen cisimler olursa, bunlar da solunum yollarında tutulurlar.

Burnun içinde temizlenen ve ısısı ayarlanan hava ciğerlerinize gitmek üzere hazırdır. Ciğerlere ulaşmak için takip edilecek yol nefes borusudur. Havanın solunum sistemindeki yolculuğunu izlemeye devam etmeden önce bir konunun üzerinde tekrar durmakta fayda vardır. Soluduğumuz havayı temizleyen sistemi bir klimaya benzetmiştik. Üstelik sadece temizleyen değil, ısıyı da ayarlayan, çift sistemli bir klima. Peki insan vücudundaki bu klima nasıl ortaya çıkmıştır? Nasıl olup da vücudumuza yerleştirilmiştir? Nasıl her insanda eksiksiz bir şekilde var olmaktadır? Bu soruların cevaplarını vermek için bir soru daha soralım: Bir klimanın tesadüfen oluşması mümkün müdür? Birbiri ile uyumlu çalışan klima parçalarının; havayı süzen filtrelerin, nem sağlayan mekanizmaların, soğuk havayı ısıtan, sıcak havayı soğutan bir sistemin tesadüflerin eseri olması mümkün müdür? Bir odaya klimayı oluşturan tüm maddeleri, hatta bütün parçalarını eksiksiz koyduğumuzu farz edelim. 10 yıl, 100 yıl, 1000 yıl hatta 1 milyon yıl sonra tekrar bu odaya girdiğimizde parçaların kendi kendine birleşmesiyle oluşan çalışır durumda bir klima ile karşılaşabilir miyiz? Bırakın zaman içinde bir klimanın kendi kendine oluşmasını, bu maddelerde paslanma, eskime ve bozulma görüleceği çok açıktır.

Herhangi bir teknik aletin oluşması için bilinçli bir tasarımcının bulunması, bu tasarımcının tüm parçaları bir düzen içinde bir araya getirmesi ve bunun için ciddi bir çaba sarf etmesi gerekir. Bu, her mantık sahibi insan tarafından kabul edilir. Vücudumuzdaki klimanın da, fonksiyonları bakımından bildiğimiz klimalardan herhangi bir farkı yoktur. Üstelik yapısındaki elemanlar açısından bu klima diğerlerinden çok daha üstündür. "Dünyanın taklit edilemeyen en iyi klima sistemi" olarak nitelendirilen burundaki tasarım, elbette ki Allah'ın benzersiz yaratma sanatının bir eseridir. Allah insanı yaşaması için gerekli olan en mükemmel sistemle birlikte yaratmıştır. Allah her şeyi kusursuz ve örneksiz yaratandır.

SOLUNUM YOLLARINDA HATASIZ YÖN TESPİTİ YAPABİLEN TÜYCÜKLER
Nefes alırken aslında havayla birlikte birçok zararlı maddeyi de solumuş oluruz. Ancak bu bizi etkilemez. Çünkü vücut için zararlı olan birçok madde akciğerlere ulaşamadan belirli güvenlik kapılarında tutularak etkisiz hale getirilir. Burundan bronşlara kadar bütün solunum yollarının yüzeyi mukus adlı bir tabakayla kaplıdır. Bu maddenin solunum yollarının yüzeyini nemlendirici özelliği vardır. Bu sayede havayla birlikte solunan toz gibi küçük maddeleri tutarak, akciğere girmelerini engeller. Ancak mukus tarafından tutulan yabancı maddelerin, zamanla solunum yollarında birikmemesi için dışarıya atılmaları gerekir. Bunun için de vücudumuzdaki bir başka güvenlik mekanizması devreye girer. Bu mekanizmada solunum yolları yüzeyini kaplayan silya adındaki sivri uçlu kamçılar görev alır. Solunum yollarının yüzeyindeki hücrelerin her birinin üstünde 200 silya bulunur. Bunlar saniyede 10-20 vuruş yaparak yutağa doğru sürekli bir çarpma hareketinin oluşmasını sağlarlar. Bu bölgedeki silyaların hareket yönleri hep yutağa doğrudur. Bu şekilde içinde yabancı madde barındıran mukusun dakikada 1 cm. hızla yutağa doğru ilerlemesini sağlarlar. Burundaki silyalar ise bulundukları bölgede mukusun bu kez aşağı doğru hareket ettirilmesi gerektiğini bilirler ve tam aksi yöne kamçı hareketi yaparlar. Böylece burundaki mukusta yer alan maddelerin yutağa gelmesini sağlarlar. Böylece solunum sistemi zararlı maddelerden arındırılmış olur. Bu örneklerden anlaşıldığı gibi silya isimli tüycükler, görmek için gözleri, düşünebilmek için beyinleri olmamasına rağmen kendilerine kıyasla kilometrelerce uzaktaki yutağın yerini tespit edebilmektedirler. Bunun yanı sıra yabancı maddelerin akciğere gönderilmesinin bedene zarar vereceğini bilmekte ve bulundukları bölgede bunu engelleyecek şekilde, birbirleriyle tam bir uyum içinde, hep gereken yönde hareket etmektedirler. Bilim adamlarının çeşitli deneylerle, farklı araçlar kullanarak, uzun yıllardır süren araştırmalarına rağmen çalışma mekanizmasını tam olarak keşfedemedikleri bu metrenin 2 milyonda biri boyundaki tüycükler, yeryüzünde ilk insan var olduğundan beri kusursuz bir mekanizmayla çalışmaktadırlar. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın ilhamıyla hareket ettikleri için hiçbir tesadüf zincirinin oluşturamayacağı kadar mükemmel bir işleyişe sahiptirler.

Yaşam Borusu, Nefes Borusu
İlk anda burunda temizlenen hava solunumun bir sonraki aşamasında vücut içinde yol alarak biraz daha aşağılara doğru inecektir. Havanın burundan sonra geçeceği bölge nefes borusudur.
Mikroskop altında incelendiğinde nefes borusunun her saniye kendi kendini temizleyerek akciğerleri koruyan bir yapısının olduğu görülecektir. Nefes borusu halkalar halinde bir yapıya sahip olup, iç kısmı halı benzeri titrek tüylerle kaplıdır. Bu tüycükler sürekli olarak akciğerin ters yönünde yani ağıza doğru kamçı benzeri bir hareket yaparlar. Bu şekilde tüycüklerin üzerlerine düşen çok daha küçük parçalar boğaz bölgesine doğru ilerlemiş ve akciğerden uzaklaşmış olur. Boğaz bölgesinde yemek borusuyla birleşen nefes borusu, içinde biriken atık parçalarını ve bazı bakterileri yemek borusuna iletir. Boğazda biriken parçalar yutma refleksini başlatır. Böylece atık maddelerin ve akciğerde hastalık oluşturabilecek bakterilerin tümü yutularak mideye iletilir ve mide asitinde parçalanıp yok edilir. Sabah uyanıldığında boğazda hissedilen doluluk ve ses değişikliğinin sebebi de gece boyunca nefes borusunun kendini temizleme işlemi sırasında biriken yabancı madde ve bakterilerdir.

Akciğerleri koruyan sigorta sistemleri bunlarla sınırlı değildir. Kazara nefes borusuna yiyecek ya da nem parçaları kaçsa bile, bunlar da bir başka emniyet aracı olan ve öksürük olarak isimlendirilen hava patlaması ile çıkartılır. Bir öksürüğün hava itmesi saatte 960 kilometreye kadar çıkabilir.62
Nefes borusu gırtlaktan akciğerlere kadar uzanan yaklaşık 30 cm uzunluğunda bir borudur. Bu boru her an açık olmak zorundadır. Aksi takdirde havanın ciğerlere iletimi durur ve insan boğularak ölür. Boyun gibi hareketli bir bölgeden geçen ve etten yapılmış olan bu esnek borunun sürekli açık kalmasını sağlamak gerçekte oldukça zordur. Ancak nefes borusunun mükemmel tasarımı sayesinde bu zorluk ortadan kalkmıştır. Nefes borusu C harfi şeklinde kıkırdaklarla desteklenmiştir. İşte bu kıkırdaklar nefes borusunun kapanmasını engeller.

Bu karmaşık sistemin herhangi bir parçasının eksikliği vücutta onarılması zor hasarlar oluşmasına neden olur. Örneğin genetik bir hastalık olan Kartagener sendromunda, sistemin tüm elemanları eksiksiz var olmalarına rağmen nefes borusunu örten tüycüklerin hareket etme özellikleri yoktur. Bu eksiklikle doğan bebeklerin çok büyük bir bölümü sık sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları nedeniyle daha çocukluğa ulaşamadan hayatlarını kaybederler. İnsan bedeninin derinliklerinde gözle görülemeyen mikro tüycükler insan sağlığı için bütün güçleri ile çalışırlar. Soluk borunuza giren toz ve yabancı cisimleri adeta elden ele taşıyarak ciğerlerinizden uzak tutmaya çalışırlar. İnsanın varlığından hiç haberdar olmadığı ancak kendisi için gece gündüz hizmet eden bu milyonlarca mikro tüycük, insan bedeninin tasarlanmış, yani yaratılmış olduğunun bir delilidir. Soluk borusunun dokusunun iç yüzeyinde tüycükler ve salgı hücreleri bulunur. Soluk borusundaki tüycükler tarafından tutulan toz ve mantar gibi maddeler mukus sıvısı ile birlikte vücuttan atılır.

Kendi Kanınızı Temizleyecek Bir Cihaz Tasarlayabilir misiniz?
Nefes borusundan geçen oksijen, nefes borusundan ikiye ayrılan broşlardan geçerek akciğerlere ulaşır. Göğüs boşluğunda, biri sağa diğeri sola yerleştirilmiş iki akciğer vardır. Akciğer en önemli organlardan biridir. Vücuttaki diğer organlarla olan bağlantılarının yanı sıra, kendi içinde de son derece karmaşık bir tasarıma sahiptir. Oksijen vücudumuza ciğerlerimizde bulunan alveollerden girer. Bu ince hava keseciklerinin etrafı bir hücre genişliğindeki kılcal damarlar tarafından sarılmıştır.
Bir tasarımın ilk aşaması belirli bir plan oluşturmaktır. Ardından bu plan doğrultusunda belirli parçalar bir araya getirilir. Çevrenize baktığınızda pek çok tasarım ürünü görürsünüz. Bir tabloda tasarım vardır, şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitabın dış kapağında, iç sayfa düzeninde, kitabın içinde anlatılan konunun bütünlüğünde de bir tasarım vardır. Bu kitabı oluşturan kağıtlar da, giydiğiniz kıyafetler de, üzerinde oturduğunuz koltuk da tasarım ürünüdür. Kitabın bu bölümüne kadar delilleriyle gördüğümüz gibi insan vücudunda da çok açık bir tasarım vardır.

Şimdi insan vücudu ile ilgili olarak sizden bir tasarım yapmanızın istendiğini varsayalım.
Yapmanız gereken; "Kandaki karbondioksiti temizleyecek ve yerine oksijen verecek bir cihaz" tasarlamaktır. Ancak bu cihaz insan vücuduna yerleştirilecek büyüklükte olmak zorundadır.
Böyle bir cihaz tasarlayabilmek için öncelikle kan ve oksijen hakkında binlerce detaya hakim olmanız gerekir. Kanda oksijenin nasıl taşındığı, oksijen taşıyan proteinlerin moleküler yapıları, oksijenin atomik özellikleri gibi birçok ayrıntıyı bilmeniz gerekir. Bu bilgilere sahip olmadan sizden istenen cihazı tasarlamanız tek kelime ile imkansızdır.

Kan ve oksijen hakkında detaylı bir araştırma yaparsanız şu sonuca ulaşırsınız; Kandaki karbondioksitin havadaki oksijen ile yer değiştirmesi için, kan sıvısı ve hava mümkün olan en geniş alan üzerinde birbirleri ile doğrudan temas etmelidir. İhtiyaç duyulan alan yaklaşık 100 metrekare büyüklüğünde olmak zorundadır. Yani öyle bir cihaz tasarlamak zorundasınızdır ki, bu cihaz kan ve havayı 100 metrekarelik bir alanda birbirleri ile temas ettirmelidir. Ancak bu cihaz aynı zamanda bir insanın vücuduna sığacak kadar da küçük bir hacme sahip olmalıdır. Şüphesiz böyle bir cihaz tasarlamak yüksek bir akıl ve bilgi gerektirir.

Yeryüzünün en tanınmış tasarım uzmanları ile bir araya gelerek tasarımlar yapabilir, yeryüzünün en ileri teknolojilerini kullanarak tasarladığınız cihazı üretmeye çalışabilirsiniz. Ancak ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bu iş için kendi akciğerleriniz kadar mükemmel tasarıma sahip bir cihaz yapamazsınız. Bu noktada akla şu soru gelecektir: Akciğerlerde nasıl bir teknoloji ve tasarım vardır ki, 100 metrekarelik bir alan insanın göğüs boşluğunun içine yerleştirilmiş ve paketlenmiştir. Bu sorunun cevabını öğrenmek için akciğerin mucizevi özelliklerini yakından incelemek yeterli olacaktır.

Keseciklerle Oluşturulmuş Mükemmel Tasarım
Akciğerlerin yapısını incelediğinizde oksijen ve karbondioksiti buluşturmak için tasarlanmış kusursuz bir yapıyla karşılaşırsınız. Akciğerin içine her biri toplu iğne ucundan daha küçük 300 milyondan fazla kesecik (alveol) yerleştirilmiştir. Keseciklerin her birinin çapı 0.25 mm kadardır. Bu keseciklerin toplam yüzey alanı hesaplandığında ortaya olağanüstü bir rakam çıkar. Bir insanın akciğerinin yüzey alanı yaklaşık 70-100 metrekaredir. Böylesine büyük bir yüzeyin bu kadar küçük bir hacmin içine sığdırılmış olması akciğerlerdeki kusursuz tasarımın eseridir. Her nefes aldığınızda bu 300 milyon küçük keseciğin içi havayla dolar. Bu keseciklerin iç yüzeyinde kılcal damarlar bulunmaktadır. Balonlar havayla dolduğu anda, kılcal damarlarda bulunan kandaki karbondioksit, havada bulunan oksijen atomları ile yer değiştirir. Ancak bu hava keseciklerinin açılıp kapanmaları ilk bakışta görüldüğü kadar kolay değildir. İlk defa şişirilen bir balonu şişirmek ne kadar zorsa, normal şartlar altında çok yüksek bir gerilime sahip olan alveolleri şişirmek de o derece zordur. Ancak nefes alıp verirken hiç zorlanmayız. Alveollerimizin açılıp kapanmasını hissetmeyiz bile. Çünkü solunum sistemimiz rahat nefes alıp vermemizi sağlayan bir tasarıma sahiptir. Her nefes alındığında alveollerin kolayca açılıp kapanmasını sağlayacak bir sistemin olmaması, insan için ölümcül sonuçlara yol açabilecek kadar ciddi bir sorundur.

Mümkün olan en iyi tasarım, her zaman olduğu gibi yine insanın emrine verilmiştir. Akciğerlerinizi oluşturan 300 milyondan fazla keseciğin çevresi sürfaktan isimli bir madde ile çevrilidir. Sürfaktan maddesi bu keseciklerin açılıp kapanmasına yardım eder, yüzey gerilimlerini düşürür.63 Bu maddenin bir diğer fonksiyonu da nefes verirken keseciklerin tamamen boşalmasını engellemesidir. Sürfaktan sayesinde en güçlü nefes verişte bile akciğerlerde belli miktarda hava kalır. Bu şekilde alveol çevresinde dolaşan kan her zaman havayla temas edip vücudun tüm hücrelerine düzenli olarak oksijen iletir. Sürfaktan, alveollerin yüzeyinde bulunan çok özel bir hücre grubu (tip II granüler promösitler) tarafından sentezlenir. Vücudun akciğer hariç hiçbir bölgesinde olmayan bu hücreler sayesinde, rahatlıkla nefes alıp verebiliriz. Bu maddenin önemli özelliklerinden birisi de bebek doğmadan tam bir ay kala üretilmeye başlamasıdır. İşte olayın mucizevi yönü de burada başlar. Anne rahmindeyken akciğerini kullanmayan bebek nasıl olup da dışarıda nefes alırken böyle bir zorlukla karşılaşacağını düşünüp, bu maddeyi üretmeye ihtiyaç duyabilir? Sürfaktanın akciğerindeki keseciklerine yardımcı olabileceğini nereden bilebilir? Bu maddenin keseciklerin yüzey gerilimini düşüreceğini hangi kimya bilgisiyle tahmin edebilir? Bu maddenin yokluğu, bebeğin hayatını çok kısa bir zamanda kaybetmesine neden olacaktır. Bu hazırlığın yapılmadığı yani sürfaktan üretiminin yetersiz olduğu istisnai durumlarda örneğin premature bebeklerde bu durum oksijen yetersizliğine neden olur.

Vücuttaki Yaşam Boyu Sönmeyen Ateş: Solunum
Solunum işlemini pek çok açıdan ateşin yanmasına benzetmek mümkündür. Ancak ateşin yanmasına göre solunum daha yavaş ve daha düşük ısılarda gerçekleşen bir kimyasal işlemdir.
Hücreleriniz havadaki oksijeni kullanarak besinlerdeki karbonu "yakar" ve bu yanma sonucunda vücudunuz için gerekli olan enerji ortaya çıkar. Bu nedenle aldığınız her nefesin ardından gerçekleşen olayları adeta milyarlarca küçük ateşin içinizde yanması olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. İnsan vücudundaki hücrelerin her birinin sürekli olarak oksijene ihtiyacı vardır. Örneğin şu anda bu kitabı okuyabilmeniz, gözünüzün retina tabakasındaki milyonlarca hücrenin hiç durmaksızın oksijenle beslenmesi sayesinde mümkün olmaktadır. Bunun gibi, vücuttaki tüm kasların, bu kasları oluşturan hücrelerin, karbon bileşiklerini "yakarak", yani bunları oksijenle reaksiyona sokarak enerji elde etmeleri gerekir. Her nefes aldığınızda vücudunuza 100 trilyona yakın hava molekülü girer. Bunun yaklaşık %21'i yani 21 trilyonu, oksijen molekülüdür. Solunum sistemi yoluyla vücudunuza giren ve kan dolaşımına yüklenen bu moleküller, yine kan yoluyla vücudun en derin noktalarına kadar ulaştırılır. Ve burada bulunan karbondioksit molekülleriyle yer değiştirir. Biz sadece nefes aldığımızı zannederken, gerçekte bu sırada vücudumuzun derinliklerinde hiç durmadan oksijen, karbondioksit ve su alış-verişi gerçekleşir.

Oksijen Taşıyıcıları
Solunumun ana amacı vücut hücrelerindeki karbondioksidin dışarı atılması ve yerine oksijen alınmasıdır. Bu işlemler vücut dokularından çok uzak bir yerde, akciğerde gerçekleşir. Bu durumda akciğerden vücuda giren oksijenin bir şekilde dokulara taşınması, dokularda ortaya çıkan karbondioksitin de aynı şekilde akciğere ulaştırılması gerekmektedir. Peki bu ulaşım nasıl yapılacaktır? Oksijen ve karbondioksitin, insan vücudu içindeki yorulmak bilmez taşıyıcıları kan sıvısında bulunan alyuvarlardır. Akciğerde kanla temas eden alyuvarlar, hücrelerden getirdikleri atık madde olan karbondioksidi keseciklerin içine boşaltırken, kesecik içindeki oksijeni emerler. Bu işlem çok özel bir zar boyunca gerçekleşir. Bu zarın bir tarafını kesecik -alveol- içindeki oksijenli hava oluştururken, diğer tarafta ise içinden sadece tek bir alyuvarın geçebileceği genişlikteki kılcal uzantılar vardır. Bu şekilde oksijen molekülü sorunsuz olarak alyuvarlarla temas haline geçer.

Solda solunum zarının anatomik yapısı görülüyor. Oksijen alveollerden küçük kan dolaşımındaki kılcal damarlara; karbondioksit de küçük dolaşımdaki kandan alveollere geçer. Alveoller birbirlerine küçük boşluklarla bağlıdır. Sağdaki resimde bu boşluklardan bir detay görülüyor. Oksijen molekülü alyuvarların içinde bulunan hemoglobin adlı bir molekül tarafından hücrelere taşınır. Hemoglobin molekülü çok özel bir tasarıma sahiptir. Dış görünüşü oksijen veya karbondioksit taşımaya çok uygun bir çeşit fincan altlığı biçimindedir. Akciğerde oksijene bağlanan hemoglobin, kan dolaşımı yardımıyla vücudun derinliklerine doğru yol alır. Oksijene ihtiyacı olan dokulara ulaşıldığında bir mucize gerçekleşir. Çok özel bir tasarıma sahip hemoglobin molekülü, ortamdan kimyasal olarak etkilenir ve oksijenle arasında kurulu olan kimyasal bağ kopar. Hemoglobin bunun sonucunda yükünü yani oksijeni bırakır. İşte bu oksijen molekülü orada bulunan hücrelere hayat verecektir.
Hemoglobinin görevi burada bitmez. Hemoglobin ortamdan uzaklaştırılması gereken karbondioksidin akciğerlere taşınmasında da çok önemli bir rol oynar.

Bu olay şöyle özetlenebilir: Hücre solunumu ile meydana gelen karbondioksit, hücrelerden doku sıvısına, doku sıvısından kılcallara geçer. Karbondioksidin bir kısmı alyuvarlarda hemoglobinle birleşerek karbamino hemoglobin şeklinde taşınır. Bir kısmı ise karbonikanhidraz enziminin etkisiyle su ile birleşerek karbonik asidi oluşturur. Daha sonra karbonik asit bikarbonat ve hidrojen iyonlarına ayrışır. Açığa çıkan hidrojen iyonu, hemoglobin tarafından tutulur. İşte karbondioksit bu şekilde doku kılcallarından toplardamarlarla kalbe getirilir. Kalpten de akciğere taşınır. Akciğerlerde gerçekleşen çeşitli işlemlerden sonra karbondioksit soluk verme esnasında dışarı atılır.65

Oksijen ve karbondioksit taşınması şöyle gerçekleşir: Alveollerdeki oksijen alyuvarlara girer ve oksihemoglobin (HbO2) oluşturmak için hemoglobinle (Hb) birleşir. Oksijen bu forma girince vücut hücrelerine bırakılır (solda). Burada bikarbonat (HCO3-) ve hidrojen iyonlarına ayrılan karbon asidi (H2CO3) oluşturmak için suyla birleşir. Bu sırada bikarbonat plazmaya geçer. Hidrojen iyonları da hemoglobinle (H-Hb) birleşir ve hücre dışına taşınır. Bazı karbondioksitler ise bu işlemler olmadan direkt olarak hemoglobinle (HbCO2) birleşerek hücreden atılırlar. Hücrelerimizde her an devam eden bu işlemlerin tesadüfen gerçekleşmesini mümkün olmadığı açıktır. Hücreler Allah'ın ilhamıyla hareket ederler. Hemoglobinin yapısında dikkate değer bir özellik vardır. Hemoglobin, oksijeni taşıyabilecek yeteneğe sahip olduğu gibi aynı zamanda taşıdığı oksijeni doğru anda doğru yere bırakabilecek yeteneğe de sahiptir. Bunu başarmasının ardındaki sır oksijen ve hemoglobin arasında kurulan kimyasal bağda saklıdır.

Hemoglobinin bu özelliğinin öneminin tam olarak anlaşılabilmesi için şöyle bir değerlendirme yapmakta fayda vardır:
-Eğer hemoglobin ve oksijen arasında kurulan bağ biraz daha zayıf olsaydı, hemoglobin oksijene bağlanamaz ve dokulara oksijen ulaştırılamazdı. Bu durum canlı için mutlak bir ölüm olurdu.
-Tam tersine bir olay gerçekleşseydi ve hemoglobin ile oksijen arasında kurulan bağ biraz daha güçlü olsaydı, bu sefer hemoglobin ve oksijen çifti dokulara ulaştıklarında birbirlerinden ayrılamazlardı. Bu durumda hücreler yine oksijensiz kalır ve canlılar birkaç dakika içinde ölürlerdi.
Yukarıdaki iki madde hemoglobinde özel bir tasarım olduğunun apaçık bir kanıtıdır. İnsan vücudunda oksijenin taşınması için mükemmel bir sistem yaratılmıştır. Bu sistem içinde yer alan her detay Allah'ın ilminin sınırsızlığını ve sonsuz gücünü bizlere kanıtlar. Düşünüldüğünde hemoglobin ve oksijen arasında kurulan moleküler bağın gücünün miktarı konusunda dahi sonsuz ihtimal olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Ancak bu sonsuz ihtimalin içinden olabilecek en uygun bağ hemoglobin ve oksijen molekülü arasında kurulmaktadır. Bağın gücü ne az ne de fazladır. Tam olması gereken miktardadır. Bu, tesadüfen oluşması imkansız bir durumdur. Apaçık bir planın, bir tasarımın ürünüdür.

Bu molekülün üretiminde meydana gelebilecek herhangi bir bozukluk, solunum işleminde ortaya çıkacak bir aksaklık, kanın pompalanmasında gerçekleşebilecek herhangi bir sorun, kanın içeriğinde olabilecek muhtemel bir değişiklik (bunun gerçekleşmesi için böbrekle ilgili basit bir problem yeterlidir) öncelikli olarak çok ağır hastalıkları, sonucunda ise ölümü getirecektir. Öyleyse bu büyük düzeni oluşturan parçalardan hiçbirinin tesadüflerle, kendi kendilerine oluşmalarına kesinlikle imkan yoktur. Hepsi aynı anda, tek bir bedende meydana gelmelidir. Üstelik bu, insan vücudundaki sadece tek bir hücredeki oksijen taşınma işlemi için değil, dünyadaki milyarlarca insanın her birinin trilyonlarca hücresinde tek tek gerçekleşen işlemler için de geçerlidir.
Peki bu kusursuz tasarım kimin eseridir? Hemoglobinin oksijeni taşımaya başladığı yer akciğerlerdir. Ancak bu karmaşık molekülün üretimi ise tamamen kemik iliğinin kontrolündedir. Kemik iliği hücrelerinin, kendilerinden çok uzaktaki bir organda olup bitenlerden haberdar olması ve ihtiyaca göre işlemler yapmaya karar vermesi mümkün müdür? Elbette ki bu akıl dışı bir kabul olacaktır.
Solunum sistemi içinde yer alan her detayda üstün ve benzersiz bir aklın delilleri görülmektedir. Son derece karmaşık, ancak o derece kusursuz olan bu sistemin varlığı hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz. Bunun tek açıklaması yaratılıştır. Allah insanları bugünkü kusursuz vücut yapılarıyla yoktan var etmiştir.

Akciğerlerimizdeki Üstün Tasarımın Detayları

Akciğerin Nefes Alıp Verebilmek İçin Dış Güce İhtiyacı Vardır
İnsan nefes alıp verirken vücudunda olup bitenlerden habersizdir. Bir koşu yaparken nefes alıp verişlerinin hızlanması, uyurken yavaşlaması onun için çok sıradan olaylardır. Oysa nefes alıp verişin içinde bulunulan duruma göre kendini düzenlemesi başlı başlına mucizevi bir olaydır.
Akciğer bir hava pompası gibi ömür boyu hiç durmadan vücut içine hava alıp, daha sonra bunu dışarı pompalar. Ancak akciğerin diğer tüm organlar gibi çalışabilmek için bir dış enerjiye, güce ihtiyacı vardır. Bu güç, göğüs kafesinin hemen altındaki diyafram ve kaburga kemiklerinin aralarında bulunan kaslar sayesinde sağlanır. Nefes aldığımız zaman, kaburga kemikleri dışarı ve yukarı doğru hareket eder. Akciğerin altında bulunan diyafram kası aşağı doğru yassılaşır. Akciğer nefes borusundaki havayı aşağı doğru çeker. Soluk verildiği zaman kaburga kemikleri içeri doğru geri çekilir. Kaburganın altında bulunan diyafram kası yukarı doğru hareket eder. Akciğer sıkışınca küçük keseciklerdeki hava dışarı çıkmaya zorlanır. Zorlanan hava nefes borusundan yukarı doğru çıkar.
Siz vücudunuzdaki bu faaliyetler olup biterken hiçbir katkıda bulunmazsınız. Ne bir emir verebilirsiniz, ne hareket etmeleri için kaslarınıza bir katkıda bulunabilirsiniz. Bunların hiçbirine gerek de yoktur. Çünkü akciğerinize bu enerji desteğinin nasıl sağlanacağı üstün bir akıl tarafından düzenlenmiştir.

Kafeslerin Esnemesi Nefes Alış-Verişinizi Kolaylaştırır
Göğüs kafesinin solunum sisteminde çok önemli bir yeri vardır. Bu kafesin en bilinen özelliği iç organlarımızı, özellikle de kalp ve akciğerleri korumaktır. Ancak göğüs kafesinin esnek oluşu da nefes alıp vermeyi kolaylaştıran çok önemli bir özelliktir.

Her nefes alıp verdiğimizde diyafram ile birlikte göğüs boşluğu da hareket eder.
A- Soluk alma ve verme sırasında diyaframın pozisyonundaki ve göğüs boşluğunun hacmindeki değişiklikler.
B- Soluk alma ve verme sırasında göğüs boşluğunun pozisyonundaki değişiklikler. Göğüs boşluğunun hacmi arttığı zaman hava akciğerlere dolar.
Nefes aldığınızda göğüs kafesiniz genişler. Kemikten yapılmış bu zırh şaşırtıcı bir esneme kabiliyetine sahiptir. Normal şartlarda kafatası gibi son derece sert ve koruyucu bir kalkana benzeyen bu tasarım, şaşırtıcı derecede esnektir. Ancak burada unutulmaması gereken nokta, bu esnekliğin de çok hassas bir ayarda olduğudur. Eğer göğüs kafesi şu andaki durumundan biraz daha az esnek olsaydı ciğerler genişleyemez ve insan rahat nefes alamazdı. Ancak Allah bu esnekliği o kadar uygun bir şekilde yapmıştır ki, ne az ne de çok olan esneklik, insan için bir nimete dönüşmüştür.

Akciğerdeki Amortisör Sistemi
Dış etkilere karşı göğüs kafesinin varlığı, dışarıdan gelebilecek tozlara karşı nefes borusunda bulunan tüycükler, havanın ısısını ayarlayan ve mikroplarla savaşan burun mukozası, yüzey geriliminin ortadan kalkması için sürfaktan maddesinin üretilmesi ve daha pek çok ayrıntı… Akciğerlerin güvenliği için vücutta alınmış sistemler sadece bu kadar değildir. Akciğer yüzeyinin diğer organlarla sürtünmesini engellemek için farklı bir korunma mekanizması daha vardır.
Dış yüzeyi bir zar tabakasıyla (plevra) kaplı olan akciğer, soluk alıp-verirken en ufak bir zararla dahi karşılaşmaz. Her bir akciğeri ayrı ayrı bir torba gibi saran plevra, yine göğüs duvarını ve diyaframın iç yüzeyini kaplayan başka bir zarla temas halindedir ve araları kaygan bir sıvıyla kaplıdır. Böylece soluk alıp verirken hiçbir şekilde akciğerin dış yüzeyi başka organlarla temas edip sürtünmeden dolayı zarar görmez.

Bundan başka akciğeri kaplayan zarla göğüs duvarını saran zar arasındaki negatif basınç, akciğerin göğüs kafesine vakumla yapışmasına neden olur. Bu sayede akciğer adeta havada asılı durur ve kendi ağırlığı altında ezilmez. Akciğerdeki vakumlu ortamın herhangi bir nedenle -örneğin bir trafik kazasında, göğüs duvarına batan sivri bir cisimle- bozulması durumunda akciğerler bir balon gibi söner ve insan hayatını kaybeder.67 Bu sistem de akciğerdeki müthiş tasarımın bir başka göstergesidir.

1- Soluk alırken oksijen alveollere girer. Soluk verirken CO2 atılır.
2- O2, alveollerden kana difüzyon yoluyla geçer. CO2 de alveol kılcallarındaki kandan alveole geçer.
3- Oksijence zengin kan akciğerlerden kalbe oradan da hücrelere gönderilir.
4- O2 kandan vücut hücrelerine, CO2 de vücut hücrelerinden kana difüzyon yoluyla geçer.
5- CO2'ce zengin kan dokulardan kalbe, oradan da akciğerlere getirilir. Bu aşamalardan sonra kandaki CO2 miktarının artışı ile oluşan değişiklikler ise şunlardır:
6- Kandaki yüksek CO2 miktarı kalpteki ve kan damarlarındaki kimyasal alıcıları uyarır.
7- Bu alıcılar, sinir uyarılarını omurilik soğanındaki solunum merkezine gönderir.
8- Solunum merkezi de diyafram ve kalbe uyarılarını gönderir. Fazla CO2'nin oluşması solunumu hızlandırır.
9- Kalbe giden uyarılar kalbin çalışmasını hızlandırır. Bundan dolayı çok daha fazla kan, akciğerlere pompalanarak temizlenir. Günde kaç kere nefes aldığımızı düşünelim. Bütün bu işlemler her seferinde eksiksiz olarak gerçekleşir. Sıralamada karışıklık ya da eksiklik oksijen alamamamız demektir.

Otomatik Solunum Denetimi
Solunum işleminin sıklığı ve derinliği, içinde bulunulan ortama göre değişiklik gösterir. Örneğin koşan ya da merdiven çıkan bir insan, oturan bir insana göre daha sık ve hızlı nefes alıp verir. Çünkü hareket halindeyken vücut hücreleri daha çok güç ve enerji harcar. Bu yüzden trilyonlarca hücre normalden daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Oksijen ihtiyacının artmasının yanı sıra hücrelerin ürettikleri fazla karbondioksitin de vücuttan derhal atılması gerekir. Eğer artan oksijen talebi karşılanmazsa bütün vücut hücreleri bu durumdan zarar görecektir. Beyin, kalp gibi oksijensizliğe tahammülü çok az olan bölgelerdeki hücreler ise çok kısa zamanda tüm canlılıklarını kaybedeceklerdir.

Daha çok oksijenin sağlanması ve normalden fazla karbondioksitin uzaklaştırılması için tek çare solunumu hızlandırmaktır. Solunumu hızlandırmak için tek yol da akciğerlerin daha hızlı çalışmasını sağlamaktır. Bu durumda özel bir sistemin devreye girip acilen akciğerin çalışmasını hızlandırması gerekir. Solunum sistemi bu gibi ani ihtiyaçlar karşısında devreye girecek mucizevi bir sisteme daha sahiptir.

Soluk alıp verme işlemi, omurilik ve beyindeki merkezlerle kontrol edilir. Diyafram ve kaburga kaslarına giden sinirler, bu yapıların düzenli olarak 4-5 saniyede bir kasılmasını sağlar. Eğer sinirler kesilirse soluk alış-verişi de durur. Solunumu etkileyen bir diğer faktör de kandaki CO2 miktarıdır. Metabolizmanın hızlı çalıştığı durumlarda kanda karbondioksit miktarı da artar. Bunun sonucunda kanın asitliği yükselir ve dolayısıyla kan pH'ı düşmüş olur. Bu durum sinir sistemindeki solunum merkezini etkiler. Bu merkezler, sinirler aracılığıyla diyafram ve göğüs kafesini uyarır, soluk alış verişi hızlanır. Hızla oksijen alınır, karbondioksit atılır. Böylece kandaki karbondioksit miktarı normal seviyeye düşürülerek kanın pH'ı düzenlenmiş olur.

Solunumun gereğinden fazla artması durumunda ise beyin sapı devreye girerek gerekli ayarlamaları yapar. Beyin sapı haricinde akciğerlerin dış yüzeyinde bulunan ve basınca karşı hassas algılayıcılar, akciğerin gereğinden fazla gerilmesi durumunda beyin sapına solunum derinliğinin azaltılması için gerekli olan emirleri gönderirler. Görüldüğü gibi bu sistem birbirine her yönden bağlıdır. Dolayısıyla sinir sistemi de, solunum merkezi de, diyafram ve diğer parçalar da aynı anda ortaya çıkmak zorunda olan bir bütünün parçalarıdır. Bu nedenle vücudunuzdaki otomatik solunum denetiminin yapılabilmesi için bu sistemin bütün parçaları eksiksiz olarak bir arada olmak zorundadır. Yani hepsinin aynı anda ortaya çıkması gerekmektedir.

Evrim teorisine göre, akciğerdeki bu detayların hiçbiri ilk başta mevcut değildi ve tüm bu kusursuz özellikler zaman içinde gelişen tesadüfler neticesinde oluşmuştu. Ancak böyle bir iddiayı kabul etmek mümkün değildir; böyle bir kabulün ne akla ne de bilime uygun bir kabul olmayacağı çok açıktır. Çünkü öncelikle bir insanın nefes alabilmesi için akciğerdeki -yukarıda detaylarıyla anlatılan- özelliklerin tümünün aynı anda ve ilk insandan itibaren var olması zorunludur. Örneğin kaburga kemiklerinin diğer vücut kemiklerinden farklı olarak esneklik özelliğinin olmadığı, alveollerin oluşmadığı, alveollerin etrafında sürfaktan maddesinin bulunmadığı ya da çevresinde koruyucu zarın bulunmadığı bir akciğer hiçbir işe yaramayacaktır. Evrimin tesadüf mekanizmasının vücuttaki herhangi bir organı meydana getirmesi, ona özellikler kazandırması kesinlikle mümkün değildir. On milyonlarca yıl, yüz milyonlarca yıl hatta trilyonlarca yıl beklense de bu kesin gerçek değişmeyecektir.

YAPTIĞINIZ HER KONUŞMANIN, MUCİZEVİ BİR SİSTEM SAYESİNDE GERÇEKLEŞTİĞİNİ HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?
Bir şeyler söylemek istediğiniz anda beyninizden gelen bir dizi emir ses tellerinize, dilinize ve oradan da çene kaslarınıza gider. Beynin konuşma merkezlerini içeren bölge, konuşma işleminizde rol alacak tüm kaslarınıza gerekli emirleri gönderir. İlk önce, akciğerleriniz "sıcak hava" sağlar. Sıcak hava, konuşmanın hammaddesidir. Hava burnunuzdan girer, burun boşluğu, boğaz, nefes borusundan sonra bronş tüplerine, oradan da akciğerlerinize geçer. Havadaki oksijen akciğerlerinizde kana karışır. Bu sırada karbondioksit de dışarı verilir. Ciğerlerinizden geri dönen hava, boğazınızdan geçerken, ses telleri denen iki doku kıvrımı arasından geçer. Bu teller, bir tür perdeye benzer ve bağlı oldukları küçük kıkırdakların etkisine göre hareket ederler. Siz konuşmadan önce ses telleriniz açık vaziyettedir. Konuşmanız sırasında teller bir araya getirilir ve soluk verdiğinizde çıkan hava ile titreştirilir.

Ağız ve burun yapınız, sesinizin kendine özgü niteliklerini verir. Siz kelimeleri arka arkaya sıralayıp konuşurken diliniz damağınıza belirli miktarda yaklaşıp uzaklaşmakta, dudaklarınız da büzülüp yayılmaktadır. Bu işlemlerde birçok kasınız, büyük bir hızla hareket etmektedir.
Konuşabilmeniz için bu işlemlerin her birinin eksiksiz gerçekleşmesi gerekir. Bu olağanüstü işlemler, akıl almaz bir hız içinde ve kusursuzca gerçekleşirken sizin bunlardan haberiniz bile olmaz.
Bu kompleks sistem, evrim teorisinin açıklayamadığı eşsiz tasarım örneklerinden biridir. Bu sistemin ortaya çıkışı evrimin "tesadüf" iddiasıyla asla açıklanamaz.
Top