ihya.org

Psikiyatrik Hastalıklar

Tükenmişlik (Staff Burnout) Sendromu

Bu sendrom, gönüllü sağlık çalışanları arasında ilk olarak görülen yorgunluk, hayal kırıklığı ve işi bırakma ile karakterize bir durumu tanımlamak için ortaya atılmıştır. Bugün bunlara dayanarak tükenmişlik sendromunun sağlık çalışanları arasında büyük bir sorun olduğu bilinmektedir. Bu sendroma ilişkin üç temel etmen tanımlamıştır;

1. Duygusal tükenmişlik,

2. Depersonalizasyon,

3. Bireysel beceride azalma.

Sıkça görülen diğer etmenler şunlardır:

1. Bu fenomen bireysel ya da kurumsal düzeyde oluşabilir.

2. İnsanın iç dünyası ile ilgili duyguları, amaçları, istekleri ve beklentileri etkileyen psikolojik bir deneyimdir.

3. Olumsuz bir deneyimdir ve sorunlar, baskı hissi, huzursuzluk ve işlev bozukluğu görülür.

Psikoterapi

PSİKOTERAPİ GEREKTİĞİNE NASIL KARAR VERİLİR?

Psikiyatrik tedaviler hep diğer hastalıklardan farklı ve değişik görülegelmişter. Bunun bir nedeni de diğer hastalıklarda uygulanmayan bir yöntemin yani psikoterapinin uygulanmasıdır. Ancak çoğu insanlar psikiyatristler dışı hekimler de dahil olmak üzere bunu pek bilmmemektedirler. Bu yöntemle psikiyatrik hastalığın sebebine yönelik bilinçlendirme yapıldığı doğrudur.

Ancak klinik olarak psikiyatrik bir rahatsızlığı olan hastaların hepsinin psikoterapiye ihtiyaçlarının olup olmadığı sorusu sık sık gündeme gelir. Eğer bu soru hastalık hakkında bilgilendirmenin gerekip gerekmediği anlamında soruluyorsa, cevabı evettir. Eğer bazı gizli psikolojik nedenlerin ortaya çıkarılması ve çözümlenmesi için yapılandırılmış bir danışmanlık anlamında soruluyorsa, cevabı hayırdır.

Hastalarda genellikle depresyonun ortaya çıkmasına sebep olabilecek nitelikte psikolojik sorunlar ortaya çıkmaz. Kişiler arası ilişkilerdeki problemler ya da düşük benlik saygısına yönelik formel danışmanlık şeklinde psikoterapi uygulanabilir.

Psikolojik Savunma Mekanizmaları

Psikanalizin kuramsal kavramı "Ben" (Ego), "O" (id) ve "Benüstü" (Superego) terimleriyle anılan ve "Ruhsal Aygıt" da denilen, ruhsal bir organizasyondan yola çıkar.

"Ben" (Ego), kişiliğin bir alt yapısıdır. Oldukça bağımsız bir işleve sahiptir ve dış çevre ile, "İd" ve "Superego" olarak adlandırılan diğer iki ait yapı arasında bir aracı görevindedir. "İd" içinde hazza ulaşmayı amaç edinmiş istek ve duyguları.. bulundurur. Bu istek ve duygular, "libidinöz" ve "saldırgan" dürtülerden köklenir.. "Superego" ise, toplumun geçerli kavram ve ölçülerini içinde barındırmaktadır Yanı gerçeğin ahlak kurallarını ve kişinin kendi kendini kontrolünü, eleştirisini temsil eder.

Psikiyatrik İlaç Kullanımı

Halk arasında bütün sinir ilaçlarının bağımlılık yaptığı ve uyuşturucu ilaçlar olduğu yolunda yaygın bir inanış vardır. Temelde bu inanış psikiyatrik hastalıkların doğan seyrini bilmemekten ve ilaçların etkilerini yanlış yorumlamaktan kaynaklanır. Özellikle antidepressan ilaçların yani depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların kesilmesi ile hastalık belirtilerinin tekrar nüks etmesi hasta ve yakınları tarafından ilaca bağımlılık olarak yorumlanmaktadır.

Oysa hastanın iyileştikten sonra da belli bir süre ilacını kullanmak zorunda olması bilimsel anlamda bu bağımlılığı ifade etmemektedir. Bunu sıkça kullandığım bir örnekle ifade etmeye çalışayım. Siz derin bir uçuruma düşseniz ve bu uçurumun dibinde iken bir kişi size ip uzatsa ve siz de bu ipe tutunarak tırmanmaya başlasanız, ama tam yukarıya ulaşmadan hafif bir düzlük görünce tamam bitti deyip ipi bıraksanız tekrar düştüğünüzde neden düştüm diyebilir misiniz ?

Stres ve Bilişsel Fonksiyon

Bellek çevreden bilgilerin ayrıştırılmaksızın alındığı pasif bir süreç değildir. Bunun yerine, çevre ve şartlar gibi değişkenler, önceki tecrübelerimiz ve hatta organizmanın glisemik durumu, bilgiyi almamızı yada almamamızı etkileyebilir. Bizim emosyonel durumumuz böyle önemli bir süzgeçtir. Basit bir örnek olarak ; bir çoğumuz John F. Kenedy’ nin vurulduğu andaki yerimizi ve o anı hatırlarız fakat bununla birlikte, o gün için daha fazla bir şey hatırlayamayız.

Frontal Lob ve Davranış

Geçtiğimiz yıl boyunca frontal lobun öğrenme, bellek ve yanıt kontrolündeki rolünü anlamaya anlamlı katkıda bulunan birçok çalışma yapılmıştır. Lezyonun davranışsal etkilerinin araştırılması ve tek nöron aktivitelerinin kaydını içeren geleneksel yaklaşımların yanında, sağlıklı insanlarda PET kullanılarak yapılan fonksiyonel aktivasyon çalışmalarıyla önemli bilgiler elde edilmiştir.

GİRİŞ

İnsanda Motor Korteksin Yapısı ve Fonksiyonları

İnsanlar ve insan olmayan primatlar sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte çok sayıda motor korteks alanlarına sahiptirler. Motor alanları tanımlayan kesin kriterler ve bu kriterlerin motor korteks adayı alanlara nasıl uygulanacağı iki önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alandaki araştırmacıların çoğu şu kesin kriterler üzerinde anlaşacaklar: a) Motor alan spinal kordtaki ön boynuz motor nöronlarına ve beyindeki motor çekirdeklere projeksiyonları olmalı ve somatomotor yapıların tam bir temsilcisi olmalı. ( Örneğin: Baştan ayağa tüm vücudun istemli motor kontrolü gibi). Ancak insanlarda spinal kordtaki projeksiyonları kesin göstermek pratik olarak imkansızdır. Bunun değerlendirilmesi mümkün olsa bile bir alanın somatomotor aparatın tam bir reprezentasyonunu içerip içermediğini değerlendirmek için somatotopikal bir organizasyonun olmaması nedeniyle verileri yorumlamak güçtür. Motor alan için kabul edilen diğer bir kriter ise motor alanın istemli hareketlerin planlanması ve yürütülmesi esnasında aktif olması fakat diğer durumlarda sadece zaman zaman aktif olması gerektiğidir.

Görsel Araştırmanın Bilişsel ve Nöral Mekanizmaları

Basitleştirme amacıyla psikologlar ve nörologlar ortak bir şekilde, siyah bir zeminde birebir sunulan uyarana karşılık olan yanıtları ölçerek görsel işleyişi çalışmışlardır. Çoğu doğal görsel işlemlemede, büyük karmaşık ekranlarda gömülü görüntü nesnelerinin algılanması işe karışır. Bununla birlikte, bu türden çok parçalı uyaran düzeneklerinin algılanması, uyaran izole olarak verildiğinde görülmeyen computational (yarışmacı) kavramlarla ilişkilidir. Sonuçta, görsel araştırmacılar giderek artan bir şekilde deneklerin çoğul maddeleri içeren düzeneklere baktıkları ve önceden belirlenmiş hedef uyaranı aradıkları görsel uyaran taskları uygulamaktadırlar.

Beyinin Embriyolojik Gelişimi

Birçok tür için sinir sistemi organizmanın en karmaşık kısmıdır. Memeli türlerindeki genlerin 1/3’ünden fazlası santral sinir sisteminde (SSS) kodlanır. MSS’de gen kodlama işleminin yoğunluğunun sebebi yapısal ve fonksiyonel kompleksliğinden kaynaklanmaktadır (30 binin üzerinde gen SSS’de kodlanır.) Olgun SSS’in geniş moleküler komponentlerini kodlamak için SSS’e özgün kodların olduğu görüşü akla yatkındır. Bunun ötesinde bu genetik kopyaların önemli bir kısmının SSS morfogenezine rehberlik ettikleri ve birincil olarak bu morfogenez sırasında ifade edildikleri düşünülmektedir. Bu bölümde SSS gelişimini kontrol eden bazı temel kurallardan bahsedilecek ve genetik akışın hücre-hücre iletişimine ve çevresel değişkenlere nasıl bağımlı olduğu tartışılacaktır. Bu bölüm boyunca SSS gelişimi ile beyin plastisitesinin yaşam boyunca korunumunu sağlayan mekanizmaları gösteren olgun beyin fonksiyonları arasında paralellikler gösterilecektir. Ayrıca çocukluk yaş grubunda kullanılan birçok farmakolojik ajanın hedefi olan nörotransmitter ve nöromodülatör sistemlerin ontogenezi araştırılacaktır.

Çocuk Ruhsal Hastalıkları ve Genetik

Son yıllarda, moleküler genetik alanında kaydedilen önemli gelişmeler, hastalıklardan sorumlu olan genlerin genetik çalışmalarla belirlenmesini olanaklı hale getirmiştir. Bu doğrultuda hastalık genlerinin konumunu haritalandırmak için bağlantı ve ilişki çalışmaları yapılmaktadır. Diabetes mellitus ve Alzheimer hastalığı gibi karmaşık hastalıklarda bile gözle görünür bir başarı elde edilmiştir ve yakın gelecekte önemli çocuk psikiyatrik bozukluklara yatkınlık sağlayan genlerin belirlenmesine de kesin gözüyle bakılmaktadır. Yapılan aile, ikiz ve evlat edinme çalışmaları sonucunda otistik bozukluk, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, şizofreni, bipolar bozukluk, depresyon, panik bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk gibi birçok bozuklukta genetik yatkınlığın bulunduğu kanıtlanmıştır. Moleküler genetik çalışmalarla hastalıklardan sorumlu olan genler lokalize edilmeye çalışılmakta ve hastalıkların genetik temelleri araştırılmaktadır.

Çocuk ve Ergenlerdeki Psikiyatrik Bozukluklarda Beyin Görüntüleme

SON 10 YILDA ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARININ BEYİN GÖRÜNTÜLEME ÇALIŞMALARININ GÖZDEN GEÇİRİLMESİ

ÇOCUKLUK-BAŞLANGIÇLI ŞİZOFRENİ

· Serebellum

· Serbral hemisferler ve ventriküller

· Temporal lob yapıları

· Bazal ganglionlar

· Korpus kallozum

· Kavum septi pellusudi
OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUKLARI

· Serebellum

· Serbral hemisferler ve ventriküller

· Korpus kallozum

· Beyin sapı
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

· Serebellum

· Serbral hemisferler ve ventriküller

· Bazal ganglionlar

· Korpus kallozum

· Temporal lob yapıları
YEME BOZUKLUKLARI

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

· Serebral hemisferler ve ventriküller

· Bazal ganglionlar

· Korpus kallozum

· Olgu çalışmaları

TOURETTE BOZUKLUĞU

AFFEKTİF BOZUKLUKLAR

SONUÇLAR VE ÖNERİLER

Biyolojik İncelemeler

Tıbbi incelemede genel ilkeler:

Psikiyatrik hastalarda fiziksel problemler sıklıkla değerlendirilmektedir. Bu gibi problemler psikiyatrik yakınmalarla birlikte olabilir veya psikiyatrik yakınmaların temelini oluşturabilir. Bundan dolayı hastanın fiziksel yönden gözden geçirilmesi yeni ortaya çıkan veya daha önce atlanan tıbbi problemlerin, doğru olamayan tanıların veya farmakolojik tedaviye ya da madde kullanımına ikincil olan komplikasyonların belirlenmesi için gereklidir.

Serotonin ve Psikiyatrik Bozukluklar

Monoamin Nörotransmitterler

Klasik çalışmalarda antidepressif ve antipsikotik ilaçların etki ettiği sistemlerde monoamin yapısındaki nörotransmitterlerin bulunduğu gösterilmiş, bunu takiben majör psikiyatrik hastalıkların etyolojisini açıklamaya yönelik biyolojik teoriler ortaya çıkmaya başlamıştır.

A-Katekolaminler

· Dopamin

· Norepinefrin

· Epinefrin

B-Serotonin

C-Histamin

D-Asetilkolin



SEROTONİN

“Serotoninin birçok fonksiyonu olmasına rağmen bunların çok küçük bir bölümünü bilmekteyiz. Bir nörotransmitterin bu denli geniş bir fonksiyonel yelpazeye sahip olması insan zekasının gizemleri hakkında bize bilgi vermektedir.”

Bu cümleler serotonini ilk kez izole eden ve fonksiyonlarına dair ilk spekülasyonları üreten I.H.Page tarafından 20 yıldan fazla bir süre önce yazılmıştır.

1950’li yıllarda serotonin Gine domuzu üzerindeki kontraktil fonksiyonu ile tanımlanmış olmasına rağmen, günümüzde birçok psikolojik fonksiyonun oluşumunda önemli rolü olduğu bilinmektedir.

Beyin ve Nörobiyoloji

19. yüzyılın başlarında Gall'ın öncülük ettiği phrenology akımı; zihinsel süreçlerin beyinden kaynaklanan biyolojik bir temeli olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşe göre beyin üniter bir organ olmayıp, her biri özgül bir zihinsel süreçle ilintili en az 35 değişik merkezin toplamından oluşmaktadır.

Flourens, hayvan beyinlerinin değişik bölgelerini çıkararak bu bölgelerin hayvanın davranışlarıyla ilintisini araştırmış ve bu deneyler sonucunda; zihinsel süreçlerin belli bir bölgeye yerleştirilemeyeceğini, zihinsel süreçlerin beynin bütün bölgelerinin (özellikle de ön beyin) katılımıyla gerçekleştiği sonucuna varmıştır.

İntihar

Tüm ölümlerin % 0.4-0.9 unu oluşturan intihar (öz kıyım) davranışı kişiyi ve çevresini etkilemesi yanında , sonraki nesiller ve toplum üzerindeki etkileri nedeniyle büyük bir toplumsal sorundur. Tüm dünya çapında her gün yaklaşık bin kişi öz kıyım gerçekleştirmektedir. Erkeklerin kadınlardan daha çok intiharı gerçekleştirdiği saptanmıştır. Sonuçlara göre erkeklerde 2-7 kat daha fazla öz kıyıma rastlanmıştır. Erkekler daha şiddetli metotlar (asılma, kendini silahla vurma gibi) yeğlerken, kadınların ilaç ve boğulmayı seçtikleri gözlenmiştir. Etnik gruplar ve azınlık konumunda olanlar birbirlerine daha bağlı olduklarından daha az öz kıyıma yönelirken, göçmenler henüz ortama alışamadıkları için daha yüksek oranlara sahiptirler.

Top